Hayat İmbiğinden Damlayanlar
Katmanlaşan anılar, kalemimden taştılar…
Onlar yaşanmış, anılmış ve en özel yerde saklanmıştılar…
Yaratılışımızın temeli, iki uçlu kutba dayanıyor. Fiziksel kanunların, biyolojik yapının izdüşümünü hayatın her alanında görüyoruz. Siyahın tanımı beyazla, beyazın tanımı siyahla yapılır. Güzelin güzelliği çirkinden, mutluluğun hoşluğu zahmet ve eziyetten, uykunun güzelliği yorgunluktan anlaşıldığı gibi… Birinin tersi ötekinin düzüdür. Zıt olgular hem birbirini iter, kakar, reddeder hem de birbirine muhtaçtırlar. Kadın ve erkek gibi… İtme-çekçe kanunuyla evrendeki varlıklar uçuşmadan, çarpışmadan dönüyorlar boşlukta. Bu zıtlıklar, bu kutuplaşmalar olmasaydı savrulurduk her bir yana. İtme çekme güç dengesiyle galaksimizin içinde, savrulmadan döne döne akıyoruz bir yere doğru. Bunca şuursuz varlıklar, kainat boşluğunda kendi kutupları içinde birbirine saygıda kusur etmeden, dengeyi bozmadan dönüyorlar insanlığa ibret olması gereken tutum içinde. Biz insanların ise toplumsal kutuplaşmaları, ayrışmaları kaos yaratıyor nedense?
*
Yıldırım hızıyla akıp geçen ömrün içinde, ruhumuzda derin izler bırakan kaç mevsim, kaç bahar yaşadık kim bilir? Bunların içinde ne çok mutluluklar, özlemler, arayışlar, pişmanlıklar, dize vuruşlar, sevgiler, hayaller ve ne çok kırıklıklar vardır kim bilir? Zamanın akıp giderken bıraktığı alüvyonlar, tortular, yüreğimizde kabuk bağlayarak sessizce yatıyorlar vakit onları antika değerine ulaştırıncaya değin... Geçmişte yaşadığımız pek çok anının bıraktığı tat, içinde bulunduğumuz günün tadından üstünmüş gibi geliyor insana.
Dünde kalanları hatırladığımızda, yaşanmış bitmiş, gitmiş olan her şeye karşı özlemli duygularımız uyanıyor... Üzerimizden geçen zaman sanki eski günlerimize güzelleştirme operasyonu yapmış gibi. Zahmeti gitmiş rahmeti kalmıştır mazinin hatıramızda. Menfi değil müspet olarak izi kalmıştır.
Zaman aşımına uğrayarak küllendi sanılan bazı anların hatırası, ömrün son anında bile yeniden alev alabilmesi mümkündür bir kıvılcım ile… Mazi ile ilgili olan her şey insanda duygusal bir boyut taşıyor. İçinde her daim bir yudum hüzün vardır. Çünkü geriye dönüşü olmayan yolda hızla yol almaktadır mazi. Neyi veya kimi ne kadar sevdiğimizin farkına ancak maziye karışınca, özleyince anlıyoruz..
Düne özlem duyduğumuz gibi yarından da heyecan duyuyoruz, hayaller kuruyoruz ama nedense bugünümüzün farkında bile olamıyoruz.
Elimize bir kez geçen ömür sermayemiz, en değerli varlığımız olduğu halde, en hoyratça ve savrukça harcadıklarımızın başında gelmekte ne yazık ki!.. Bir gün mutlaka bitecek olan ömrün bilincinde olmamıza rağmen kıymeti harbiyesi olmuyor sonunu görmedikçe. Sınırları kesin çizilerek elimize verilseydi ömür, acaba nasıl kullanırdık onu diye sık sık düşünüyorum. Delinin post teki saydığı gibi saliselerimizi saya saya mı geçirirdik, her adımımızı cetvellerle mi ölçerdik acaba?
Böyle bir durumumuz olsaydı, yine elvan çeşit yaşam şekli görürdük. Kimisi başını seccadeden kaldırmaz, kimisi havradan, kiliseden çıkmazken; kimisi vur patlasın çal oynasın işini daha bir ihtiras ile yapardı galiba…
Oysa sınırı belirsiz olan ömrün içinde zaman israfının korkunç boyutlarıyla yaşamda kulaç atıyoruz. Elimize tekrar geçme şansı olmayan hayatın ziyan oluşundan asla kaygı duymuyoruz ama iki kuruşluk bir eşyamıza zarar gelse yüreğimizden yanıyoruz…
Dünyadaki ömrün içine kalıcı işler bırakarak gitmek, gideceğimiz öbür alem için lehimize işleyecektir. Nasıl ki mazide kalan iyi işler bu gün bizi hatırladıkça mutlu kılıyorsa, bu dünyada bırakacağımız insani izler de öbür dünyamızda bizi mutlu edecektir…