Hayat içinde hayat… Evren içerisinde evren… Bir evren yok, milyonlarca evrenin içerisinde milyarlarca yıldız…
Ve sürekli büyüyen bir evren… Bir başka ifade ile sürekli genişleyen bir evren…
Aynen insan gibi, aynen hayat gibi…
****
Bize benzeyen canlıların mutlaka başka yıldızlarda olabileceğine inananlar…
Belki bizden gelişmiş ya da geri…
Ne önemi var, evrenin başka yerlerinde bize benzeyen, özellikleri ile bizden olan canlılar. Ya da bizim özelliklerimizi, onlardan aldığımız bir evrenin parçası olmak…
Dünya döndükçe biz de dönüyoruz.
Dönüp dolaşıp geldiğimiz yer aynı yer olmuyor.
Ne yer aynı oluyor ne biz…
Dönerken biz, biz olmaktan çıkıyoruz…
O dönüşüm içerisinde hayat öyle bir değişiyor ki şaşırıyorsun…
Çünkü hayat denilen şey milyonlarca yıldır devam ediyor.
Ve hayatı gözlemleyen, oradan dersler çıkartan ve sürekli geliştiren, gelişen insan olmasa, hayatın hiçbir önemi yok ki…
Hayata, evrene anlam katan biziz…
Ve belki de başka yıldızlarda başka bizler, var olduğumuzda ancak hayat anlam buluyor.
****
Hayat içerisinde hayat…
Benim içimde başka bir ben…
Her benin içinde başka benler…
Evren içerisinde evrenler…
Hayatın içerisinde başka hayatlar…
Her şey içiçe geçmiş…
****
Akıp giden hayatın içerisinde, hayata ve zamana anlam katan bizler de kaybolup gidiyoruz.
Hayatın bilinci olan bizler olmasak, hayatın inanın hiçbir anlamı olmazdı.
****
Biz olmasak hayatın anlamı olmayacak tamam.
Olduğumuz sürece hayatın bilincindeyiz, hayatın olduğunu biliyoruz.
Biz olmazsak da olan hayatın anlamı yok.
Ben varım diye hayat var oluyor.
Ben olmadığımda hayatın var olup olmaması beni ilgilendirmiyor.
Onun içindir ki hayatı var eden benim…
Ve tabi ki diyalektik olur da beni var eden hayat…
İki farklı insanda aynı hayat ve ben ilişkisi gibi…
O olduğu için ben oluyorum, ben olduğum için de hayat oluyor.
Halbuki iki farklı ben ve sen, iki farklı evreniz…
Beraberlikler iki evreni iç içe geçiriyor.
Anlayacağınız iki farklı ben ve senden yeni bir evren ortaya çıkıyor.
****
Kimimiz Şems-i kimimiz Mevlana oluyoruz…
Mevlana mı Şems-i ile var oluyor?
Yoksa Şems-i mi Mevlana ile asıl Şems-i oluyor?
Aslında her ikisi de…
Yeter ki onda kendini bulabilesin… O da sende kendini bulabilsin…
İşte o zaman asıl aşk ortaya çıkıyor…
Aynı iki farklı ben ve senin beraber olmasıyla yeni bir evren oluşturması gibi…
Aslında yeni evrenin adı aşk.
****
Şems-i Tebrizi’nin 40 kuralından biri ne? Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.
****
Dedik ya, ben ancak kendimi bir başkasında görebilirim.
Bir başkası da bende…
Görmediğini zannedenler bile ister bilinçli ister bilinçsiz olsun, iki farklı ben ve sen birbirlerinin aynasında kendilerini görürler… Asıl olan bunu fark etmektir.
****
Evren evren içerisinde evren…
Hayat içerisinde hayat…
Ben içerisinde ben…
Sen içerisinde ben…
Ben içerisinde sen…
Aynen hayat gibi…
Aşk içerisinde aşk…
Hayatın içerisinde aşk…
Aşkın içinde hayat…
****
Ne diyor Şems-i Tebrizi:
Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır.
Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını.
“Aman sakın kendini” diye tembihler.
Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ”Bırak kendini, koy gitsin!”
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!
****
Hayat bir hazine…
Ya hazineyi bulursun ya da hazineyi aramakla geçer ömrün…
Ya da hazinenin bile farkında olmadan geçirirsin bir ömrü…
****
Ve hazineler karşımızdaki sende…
Karşımızdaki senin de hazinesi bende…
Aynen hayat gibi… Aynı evren gibi…