Hayat Buda Benden Olsun
Çoğu zaman hayat beklediklerimizi sunmuyor bize. Belki de her istediğimizin olmasını istememizde hakkımız değildir. Hayat önümüze beklenemedik sürprizler çıkarıyor ki, birini diğerine tercih etmek zorunda kalırsın. Fakat bu o kadar zor bir tercihtir ki ayırıp içinden çıkamazsın.
Aldatıcı güzelliklerine kapılıp giderken hayallerimizin, bir bakıyorsun bir efkâr bulutu çöküveriyor üstüne. Alıp götürüyor benliğin de ne varsa. Öyle bir yıkıma uğruyorsun ki sanki bedenin parça parça, düşüncelerin altüst olmuş gibi. Topla toplayabilirsen.
Bu girdabın içinden çıkabilmek için çareler arar, umutlar beklersin. Öyle beklersin ki hiç gelmeyeceğini bildiklerini bile. Her şeyin karışıp anlamını yitirdiği zaman yıkılırsın toplanmak için bir desteğe ihtiyaç duyarsın işte o zaman yanında olmasını istediklerini arar gözlerin. Beklenen gelmediyse dalarsın derinliklere, neyi, kimi düşüneceğini bir birine karıştırırsın.
Bir ara hayatta hiçbir şeyin anlamının olmadığını düşünürsün, içinde kopan fırtınalar alır götürür seni başka yerlere ve orda olmak, orda kalmak geçer içinden, fakat içinde yaşadığın toplumun değer yargıları o kadar ağır basar ki her tarafından bağlar seni. Birde bunun üstüne kendi sorunlarını eklediğin zaman sözün bittiği yere takılıp kalırsın.
Olur, be gönlüm bunlar da geçer. Hangi gecenin sabahı yok ki. Yarana tuz basar beklersin sabahı. O dost özlendiğini bilir, döner belki de, bedenine saplanan sancılar da geçer. Can, diyerek başlarsın söze yine dökersin içini. Onun incinmesine gönlün razı olmaz ama olup biteni bir araya getirip çıkamazsın işin içinden. Ne diyeceğini, nasıl diyeceğini anlatamayacak kadar daralır için. Söyleyeceğin her kelime kocaman olur çıkmaz ağzından. Gözlerin dolar, yüreğin titrer. Bir korku, bir endişe sarar tüm bedenini. Yine kalırsın düşüncelerinle baş başa. Hayatın sana sunmadıklarını dizersin üst üste. Dalgın ve çaresiz yığılıp kalırsın.
Derdini dökecek özlediğin dostu arar bulamazsın ya da bulursun, içinde bulunduğun acizlikten ötürü çıkıp gitmesine sebep olursun. İşte o an daha çok yaralar seni. Uykuların kaçar bekle ki sabah olsun.
Bir anlam vermek istersin ama veremezsin. Hayattan neler istedim, ya da ben ona neler verdim dersin. Üzerine çöken efkâr bulutları gittikçe yoğunlaşır, bir karamsarlık çöker içine. Geçmişi sorgular, geleceği düşünürsün.
Önün de iki yol vardır birini tercih etmeye mecbursundur fakat diğerinden de ayrılmaya gönlün razı olmaz. Hangi yoldan gideceğine karar vermek istersin, birine emek vermişsindir, diğeri de bir emek ister senden.
Çaresiz baş başa kalırsın yine hayallerinle ve yeniden hayal kurarsın yaşamak istediğin şekilde. Bir türlü beceremezsin. Birinden vazgeçemezsin, diğerine ait olmazsın, ayrılmakta istemezsin.
İşte bunlar hayatın en acımasız sahneleridir senin için, asıl rolünü oynamak zorunda kalırsın. Öyle kalın çizgilerle belirlenmiştir ki bu rol kuralına göre oynamak zorundasın. Sorumluluğun ve sadakatin rahatsız eder vicdanını, için sızlar ve yüreğin incinir.
Hayat dediğimiz şey bu olsa gerek. Bazen çiçeklerle donanmış bir bahçe, bazen de zifiri karanlık bir zindan. İstediğin şekilde olabilmek için ya ikisini de yaşamalısın, ya da birini seçmelisin. Üçüncü bir seçenek yoktur senin için. İşte her şeyin anlamını yitirdiği bu anlarda yüreğin yangın yerine döner parça parça olursun.
Ve her zaman dilimizden düşürmediğimiz o söz; hayat her şeye rağmen yaşamaya değer.
Değer belki ama neden her şeye rağmen?
Ayrılık olmasa hasret ve özlemde olmaz, özlemek, beklemek ne kadar güzelse kavuşamamak ta o kadar acıdır. İşte hayat hepsini aynı anda sunmuyor bize. Birini elde etmek için diğerini feda etmeye mecbur ediyor. Bir tarafta vazgeçemediklerin, diğer tarafta feda edemediklerin. Ne yardan geçilir, ne de serden hesabı.
Ama vazgeçilmeyecek dostlarınla paylaştığın yalnızlığın ve efkârın hayallerini süslüyor ve sende, diyorsun” hayat her şeye rağmen yaşamaya değersin.”