Hayallerinin Peşinde Koşmak
Geçtiğimiz akşam, “kim ne yazmış?” diye göz gezdirirken, Sabah Gazetesi’nden, çocukluk arkadaşım Selçuk Eren’in iletisini gördüm :
“Silivrililer TRT’yi açsın.” Tam da çalışmaya, bir şeyler yazmaya hazırlanıyordum, bu duyurunun cazibesine karşı koyamadım. Açtım, karşımda bizim İlyas... O da çocukluk arkadaşımdı, hem orta okul, hem lisede birlikte okuduk. Fazlasıyla çalışkan, zeki, özellikle matematiğe, fiziğe kafası fena halde basan, zehir gibi bir çocuktu. Üniversite sınavlarına birlikte girdik, sonuçlar açıklandı, ülke çapında derece yapmış, milyonlar içerisinde ilk sıralara girmişti. Çok iyi bir üniversite, çok iyi bir bölüm kazandı. Hemen hemen tüm arkadaşlarımla olduğu gibi, onunla da bağlarımız önce zayıfladı, sonra koptu... En son konuştuğumuzda, “Üniversitenin tiyatro kulübüne katıldım.” demişti... Aradan yıllar geçti, dün akşam öğrendim gerisini... Fakülteyi bitirince, ‘mühendis çıkmış’ bizimki, bir firmada işe başlamış... Yapamamış... İlk kez üniversite koridorlarında, koskoca adamken tanıdığı ama aşık olduğu tiyatrodan kopamamış. Her şeyi bırakmış, mühendisliği, firmayı, sıkıcı iş yaşamını... Önce bir oyun, sonra reklam filmleri, yeni oyunlar, dizilerde roller, kısa filmler... Şimdi İFSAK’tan ödüllü, dizilerde ‘kafa’ rol kapan bir oyuncu... İlyas Özçakır. Bu ismi aklınızın bir köşesine not edin, beş yıla kalmaz çok duymaya başlayacaksınız...
Aslında, yıllarca anlatmak istediğim tam da buydu...
Sistem yıllarca bizden, onun biçtiği kalıplara uymamızı bekledi. Çalışkan bir öğrenciden, mutlaka adı ‘havalı’, söylendiğinde ağzı dolduran bir üniversite kazanmasını. Okul bittiğinde doktor, mimar, mühendis, öğretmen gibi, ‘her yerde geçer akçe’ bir meslek sahibi olmasını... “Zeki, akıllı, çalışkan” diye nitelenen bir gencin, çizgilerin dışına çıkması, asla hoş karşılanmayacak bir davranıştı... Dünya uzay çağındayken, bizim eğitim sistemimiz hala ‘külyutmaz’ zihniyetindeydi...
Bu yüzden, hayallerinin, ideallerinin peşinde koşanlara, destek olmayı geçtim, ‘seyirci’ bile kalınmadı, tökezlemesini sağlamak, engel olmak için her şey yapıldı... Alay edenler, hevesini kıranlar, arkasından kuyusunu kazanlar... “Ben senin iyiliğini istiyorum” diyerek önünü kesmeye, hayallerini yıkmaya çalışanlar...
Ben de, üstelik çekirdekten yetişme, alaylı bir gazeteci olmama rağmen, ‘büyüyüp akıllanınca’ doğru düzgün bir meslek seçmemi, ‘evlenip barklanınca’ aklımı başıma toplamamı bekleyenlerle mücadele ettim bir ömür... Yazarak da para kazanılabileceğini ispatlayana kadar akla karayı seçtim. ‘İşsiz’ falan olmadığımı, benim işimin yazmak olduğunu anlatamadığım çok insan oldu. Yeri geldi aileme, eşime bile ‘evde oturup tembellik yapmadığımı, sadece ertesi günkü köşe yazımın konusunu düşündüğünü’ izah etmekte sıkıntı çektim. Ama başardım. Ben başardım, hayal ettim, direttim, karşı çıktım, mücadele ettim. İlyas başardı, isyan etti, yolunu çizdi, arkasına bakmadı...
Benden genç arkadaşlara da tavsiyem bu... Bu yıl üniversiteye başlayanlara, başlayacaklara... Hayaliniz varsa, peşinde koşmaktan gocunmayın. Ama başarının bir kuralı daha var; onu da Ekim Nazım Kaya çok güzel izah etmişti :
“(...) Bir yarışmada oyların çoğunu alamadınız diye kimseye kızamazsınız. Kazananlar için ‘Zaten bu jüri üyeleri onu el üstünde tutuyordu’ diyemezsiniz. El üstünde tutulan kişi olmak sizin göreviniz. Güçler dengesi ilkesini yok saymak, akıntıya kürek çekmektir. Oyunun kurallarını öğrenerek ona göre oynamalı, başaramıyorsanız kuralları değiştirmelisiniz. Kızmak, kuzunun kendisini yediği için kurda kızması kadar anlamlıdır. Yenmemeyi, kaçamıyorsanız saklanmayı öğreneceksiniz.
Attığınız maile cevap vermiyor diye kimseye kızamazsınız. Özellikle mail attığınız kişinin her gün sizin gibi onlarca kişiden mail aldığını tahmin edemeyen biriyseniz, o kişi için yalnızca ona her gün mail atan onlarca kişiden birisinizdir. Daha yolun başındayken bir maili ikinci, üçüncü kez atacak kadar azimli değilseniz, o yolda ilerlemeyi nasıl beklersiniz? İlk mailinde dikkate alınan biri olmak, çalışma ister. Mark Zuckerberg’den, Bill Gates’den gelecek kişisel bir maili cevapsız bırakmazdınız, değil mi? Neden? Çünkü bir cevabı hak edecek başarılara imza attılar. Mailine cevap almak doğuştan değil, çalışarak kazanılan bir haktır.
Geri adım atar ve vazgeçerseniz kimseyi suçlayamazsınız. Kazanan işletmeleri kuranların bazıları bunu üçüncü, bazıları ise yirmincide başarmıştır. Angry Birds’ü üreten şirket bundan önce 52 oyun üretti. Yazıyla elli iki! 51.’de vazgeçselerdi, ne milyoner olacaklardı, ne de adlarını bilecektik. Vazgeçmediler, başardılar.
Bir etki alanı yaratmadıkça, insanların sizi takip etmemesine kızamazsınız. Yaptıklarınız dikkate alınmıyorsa yalnızca sizin yüzünüzdendir. Yeterince iyi bir şey yaparsanız, haberi her yere yayılır, bu etki her istediğiniz kapıyı açar. Olmuyorsa, henüz yapamamışsınızdır. Yaptığınızda zaten fark edersiniz. Denemeye devam etmek, hatalardan ders alıp adapte olmak, gerekiyorsa farklı adımlar atmak sizin göreviniz. Kimse elinizden tutmuyor diye şansınıza küsemezsiniz.
Şansın etkisini göz ardı etmiyorum. Ama kaybedenlerin çoğu kendi şansını kendilerinin yarattığını görmeyenler, fırsatları kaçıranlardır. Yazı turada üst üste üç kez kazanma ihtimali sekizde birdir. Yazı turayı kazanmak iki kereden sonra artık şans işi değil, stratejidir. Sekizde bir olmayı beklemek, bazen ömür boyu beklemek demektir. Küçük fırsatları görüp gerçeğe çevirmek, sizin göreviniz.
Kolay olacağını da söylemiyorum. Zaten zor olduğu için herkes yapamıyor, ve zaten herkes yapamadığı için, yapabilmek değerli.
Kazanan kişi olmamak kabul edilebilir, ama kazanan kişi olmadığı için başkalarına kızmak kabul edilemez.”
Kaan Göktaş
twitter.com/kaangkts | facebook.com/kaangkts
Kaynak : http://www.internethaber.com/hayallerinin-pesinde-kosmak-13354y.htm#ixzz29P9thZVC