Hatırası Yeter
Tavan Arası
Bir evin tarihi…
Geçmişin hatırası…
Mazide saklanan eşya…
Yazılı olmayan tarih…
Tavan arası. Nasıl izah edilebilir başka.
Sonra lazım olabilir zannıyla imha edilmeye kıyılamayan ama belki de hiç kullanılmayan eşyaların bulunduğu yer.
Aslına bakılırsa tavan arası analiz edilmeli ülkenin her yerinde. Ve ülkenin kullanılan eşyalar açısından nereden nereye geldiğine bakılmalı.
Tarih her zaman yazılmaz, yazılamaz.
“Zamanın eşyası” tarihte gerçek belgesidir.
Yırtık bir ayakkabı, kolu eskimiş bir gömlek, teki kaybolmuş bir çorap…
Eskimiş bir bıçak, kullanılmış bir tahta kaşık, kırık bir testere...
Ayaklarından bazıları eksik sehpa. Bir çivi, bir mıh…
Kullanılmış bir defter, sayfaları eksik bir kitap…
Bir ucu yırtık mektup…
Tavan arası gerçek tarihtir. Öyle ithal, tahmini, değil.
Siz tavan ile çatı arasında bir boşluktan ibaret sanıyorsanız aldanıyorsunuzdur.
Bir ardiye, bir hurdalık değildir orası. Bir zaman bir devre adını yazdırmış, hizmet vermiş ve artık mecali
tükenmiş eşyaların uykuya çekildiği, dinlendiği yerdir.
Tavan arası iki devir arası da değildir.
Cefa ile vefa arası bir yerdir.
Siz, size iyi gününüzde yardımcı olan, cefanızı çeken o şeyleri hatırlamıyorsanız artık; vefadan da bahsetmeniz
mümkün değildir.
Orası bazen insana hüzün verir. Hane halkı için bir ipucudur.
Kundurama Kum Doldu
Şu an giydiklerimizi yarım asır önceden tahmin etmek çok zordu. Günümüzde çok şeyde olduğu gibi ayakkabılar da markaları ve fiyatlarıyla ayrıcalıklı hale gelmiştir. Bu ayrıcalık kalitede de olsa bile insanlar ekonomik seviyelerine göre çok şeye sahip olabiliyorlar.
Önceleri böyle değildi.
Askere giden delikanlılarımız şehirli insanların ayaklarında gördüğü erkeler için “iskarpin”, kadınlar için “kundura” denilen ayakkabılar köye daha gelmemişti. Zaten alım gücü buna maniydi.
Dedelerimiz çarık hikâyeleri anlatıyordu. “Trabzon Lastiği” olarak da bilinen ve bizim oralarda adına “Korgan
Lastiği” denilen ayakkabılar giyiliyordu. Yaygın adı “Gara Lastik” idi. Bu ayakkabılar yazın koku yapıyordu.
Daha sonra içerisine ince bez kalınlığında keçe konulan, dışarısı rugan ayakkabı parlaklığında olan “cızravat” adı
verilen ayakkabılar arzı endam etti. Cızravat ayakkabı giymek biraz havalı idi.
Daha sonra delikli ve renkli ayakkabılar çıktı. Hepsi de plastikten yapılmıştı. Bunlar arasından sadece yazın
giyilebilen ayakkabılara “pilaç” deniyordu. Bu tür ayakkabıları sadece kızlar giyerdi. Renkli oluşundan dolayı
erkekler için uygun sayılmazdı. Daha doğrusu erkeler bu tür ayakkabılara rağbet etmedi. Bir bakıma “racona” tersti.
Bildiğimiz ayakkabılar hayatımıza girince cinsiyete göre isim aldı. Erkelerininki “iskarpin” kadınların giydikleri ise “kundura” olarak anıldı. Her ne kadar “yemeni” başka bölgelerde kadınlara ait bir örtü çeşidi olarak bilinse de
Dereköy Mahallesi´nde “ince topuklu” ayakkabıydı.