Hatip DİCLE YaSaK
Bir yazı yazmıştım, gerçi hayatım değişmemişti ama yazmıştım işte…
Hukuktan söz etmiştim,
Hukuksuzluktan,
Hukukumsuluktan,
Hukukumtraklıktan,
Hukukvarilikten,
Hukukun nasıl vıcıklaştırılacağından,
Hukukun nasıl sulandırılıp bulandırıldığından söz etmiştim;
“HUKUK-MUKUK WAY LİMİE” diye
Gelişmiş ülkelerin siyasal tarihlerini öğrenmeye çalışmıştım,
Gelişmekte olan ülkelerin siyasal süreçlerini takip etmeye çalışıyorum.
Yok böyle bir şey…
Öncelikle Hatip DİCLE’ye YSK’nın getirdiği yasakla ilgili düşüncelerimi yazmaya çalıştığımı belirtmek istiyorum.
Yasak gelmiş;
YaSaKgiller sırasıyla çalışıp bu hale hep beraber getirdiler.
Nasıl mı?
Mümtaz’er TÜKÖNE’nin dediği gibi “Hatip Dicle'nin hukuku, sadece onun ve ona oy veren on binlerce insanın hukuku değil; hepimizin hukuku. Bu ülkede demokrasinin ve hukukun egemen olmasını istiyorsak, onun ve seçmenlerinin hukukunu korumakla mükellefiz.”
Öncelikle süreci en başından alalım:
Hatip DİCLE’ye bu cezayı herhangi bir eylemde değil;
Molotoflu, bombalı, mayınlı, kurşunlu, taşlı bir eylemden dolayı verilmedi.
Hatip DİCLE’ye bu ceza ölümleri, şiddeti teşvik ettiği için de vermediler. DİCLE’ye bu ceza, yaptığı bir konuşmadan dolayı reva görüldü. Konuşmasında mealen “savaşın/çatışmaların durmasının zorlaştırıldığını, çocukların ölüme gitmek istemediklerinden” söz etmişti. Belki de daha farklı sözler sarf etmiş olabilir. Ama netice de konuşmuştu, yanlış diyebileceğiniz sözler de söylemiş olabilir. Çok öfkelenebileceğiniz önerilerde de bulunmuş olabilir. Bir ceza vereceksiniz, o cezanın kesinleşme ihtimali olabileceği gibi, kesinleşmesi mümkün olmayabilir de. Ama yüksek yargının acelesi varmış ki seçimlere 2 gün kala kararını verdi.
Aynı yüksek yargı önce Hizbullah’ın lider kadrosunu serbest bıraktı. Bunun üzerine bin bir kargaşa çıkardı, akabinde de tutuklanmalarını talep etti.
Yüksek yargı, CHP genel başkan yardımcısı Gürsel TEKİN’İN cezasını görüşebilmek için tam iki yıldır “kayıp” dosyasını bulamıyor… Bir ülkenin kaderi bu kaoslara sebebiyet vermek için adeta yargıya teslim olmuş durumda.
Yargı Hatip DİCLE aday gösterilmeden veya aday gösterildiği esnada kararını veremez miydi? YSK önce aday olamayacağını, sonra olaylar bir can aldığında yeniden karar değiştirip aday olmasının mümkün olacağını veren merci değil miydi?
Aday olmasına izin ver, sonra seçilince milletvekilliğini düşür. Gülerler ağlanacak halimize.
YSK’nın, yargının hukuku bu. Ve yargı bu hukukunu koruyor. Peki, 78 bin seçmenin hukuku yok mu? Bu seçmenlerin hukukunu kim koruyacak? Zira aday olmasına onay verirseniz seçmene; “oy verebilirsiniz” demek olduğunu da belirtmiş oluyorsunuz. Böyle bir hukuka güven olur mu? Böyle bir “hukuku” olan ülkeye itibar olur mu?
Hatip DİCLE siyasi bir kişilik,
Hatip DİCLE siyasi bir açıklamadan dolayı yargılandı,
Hatip DİCLE o siyasi açıklamasından dolayı ceza aldı,
Hatip DİCLE herhangi bir partinin oylarıyla değil, kendi adına aldığı oylarla siyasi bir mevkiye uygun görüldü…
İşte dert bu;
Halk adına verilen karar halkın bizzat kendi kararını aşamaz.
Halk, Hatip DİCLE’nin Milletvekili olmasında bir beis görmedi.
Mümtaz’er TÜRKÖNE Hocaya kulak verelim:
“Bu bir hukuk skandalı. Bu skandalı teşhir etmek için çok derin hukuk bilgisi gerekmiyor. YSK, Hatip Dicle'nin adaylığını önce onaylıyor ve ilan ediyor. Bu ilan Hatip Dicle'ye 'milletvekili olabilirsin', ona oy veren vatandaşlara da 'seçebilirsin' anlamına geliyor. Halk seçiyor. Seçim işlemi bittikten sonra YSK, kendi kararını geçmişe dönük olarak iptal edip aslında 'seçilemezsin' ve 'seçemezsin' demiş oluyor. Sebep, YSK'nın kesinleşmiş karardan ve böylece seçilme yetersizliğinden haberinin olmaması. Dikkat edin YSK kendi kararına karşı yeni bir karar ihdas ediyor. Gerekçe ise milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olmadığından sonradan haberinin olması. Aslında Hatip Dicle milletvekili seçildikten sonra milletvekilliği iptal edilmiyor; seçilme şartlarına sahip olmadığı için geçmişe dönük olarak adaylığı iptal edilmiş oluyor. Adaylığı iptal edildiği için milletvekilliği de düşmüş oluyor. Geçmişe dönük YSK böyle bir karar verebilir mi?”
Tam da geçmişte yazdığım gibi” Hukuk-Mukuk Way Limine” gibi bir durum…
Şimdi bakın bu ülkede hukuk ve çark nasıl işlemiş, alın size son haber;
“Zirve yayınevi baskını için Hasan IĞSIZ, Hurşit TOLON, Şener ERUYGUR, Fatih HİLMİOĞLU ifadeye çağrılıyor.” Kim bunlar? Bu ülkenin emekli olmuş en üst düzey askerleri ve cinayetin işlendiği ilin rektörü. Paşalar, rektörler ve cinayetler. Ne fıkralarda, ne şakalarda ve ne de bilmece-bulmacalarda bir araya gelemeyecek kadar birbirinden uzak olması gereken sözcükler-isimler-olaylar. Bunun % 1’lik değil, % 0,1’lik doğruluk ihtimali bile korkunçken bizde nasılda bir arada olabiliyor, sormamız, sorgulamamız lazım.
İşte bu gibi durumları yaşamamak için önce hukukun üstünlüğü olmalı. İnsanı ayrı gayrı değerlendirmeyen, vatandaşın hak ve hukukunu her şeyin (devletin de) üstünde tutarak.
Yoksa hukuk;
Çay-may, yoğurt-moğurt, elbise-melbise gibi,
Hukuk-mukuk olur.
O zaman da way limine/Way-vah bana olur, olmasın bize…
Ahmet Abi yaznızda"Hatip DİCLE herhangi bir partinin oylarıyla değil, kendi adına aldığı oylarla siyasi bir mevkiye uygun görüldü...
Haziran 24th, 2011 at 13:03İşte dert bu;
Halk adına verilen karar halkın bizzat kendi kararını aşamaz."diye yazmışsınız madem,sayın Dicle'ye verilen 78 bin oy AKP'ye dolayısıyla sayın Eronata'da verilmemiştir.Sayın Eronat'ın apar topar mazbataya koşması ve hak etmediği bu sıfata sahip olması ahlaki midir sizce?Bence bunun da altını çizmelisiniz.Bu durumun belirtilmediği bütün yazı ve yorumlar ,sayın Dicle'nin mağduriyetin giderilmesi için eksik kalır.Bunu özellikle belirtmekte fayda var.YSK hakkı gaspettiği gibi,sayın Eronat ve AKP de gaspedilmiş hakkın üzerine oturmaktadır,kanaatimce.
saygılarımla
Nihat Hocam;
Haziran 25th, 2011 at 02:12Eğer ben olsaydım bırakın mazbatayı almayı, halkın seçtiklerinin meclise girmesi için en çok gayret eden ben olurdum. Çünkü haksızlığın her türlüsüne karşı durmak inancım ve insanlığımın olmazsa olmazıdır.