Hata Ettim; İtiraf Ediyorum
Tahmin etmeliydim: Teröre karşı çıkarken terörü üreten yasal terörü temize çıkardığımı sanacaklar olabilirdi.
İtirafımdır. “Adam olsaydınız, Kürt derdik size” başlıklı yazımda ciddi bir hata etmişim. Başka bir yazara göre, başka bir yazıya göre o kadar da ciddi sayılmayacak, hata bile sayılmayacak bir hata. Hata şu: yazının yanlış anlaşılabileceği ihtimalini göz ardı etmişim. Normal şartlarda, siz dilediğinizi yazarsınız, okuyucu yanlış anlarsa anlar, okuyucuya kalmıştır. Ama burada ve şimdi bu yanlış anlamalardan-yanlış anlatmasam da-kendimi sorumlu tutuyorum.
Tahmin etmeliydim. Teröre ve adam öldürme vahşetine karşı yazılmış bir yazının “ya terör ya militarizm” arasında sıkışmış zihinlerde “militarizm” tarafına çekileceğini. Oysa terör ne kadar çözümsüzlükse militarizm de o kadar sorun yumağı. Hatta iyi biliyoruz ki, terör sorununu körükleyen de 12 Eylül’ün militarist ortamı oldu. Ne yazık ki son Çukurca darbesi idarecilerimize akıl tutulması yaşattı. Terör, şiddet dalgası yayarak, silahı tek çözüm olarak gösterdi. Biz de aldandık. Ne garip ki bugünkü haberlerde sanki maç sonucu izler gibi “şehit asker”/”ölü ele geçirilen terörist” sayılarına karşılaştırıyoruz. Barış olacaksa, barışa giden yol da barışçı olmalı değil miydi! Sınır ötesi harekâtın bir şey çözemeyeceği ortada. Silahları konuşturmak, yeni silahların konuşması için fırsat olacak; bal gibi biliyorum. Bu bağlamda yasadışı silahların arkasında olmadığım kadar yasal silahların da arkasında durmama hakkımı kullanıyorum. Bu işin silah ve ateş dışında çözümü olduğuna tam inanmışken, hem “karşı”nın hem “bu taraf”ın silaha sarılması ne garip! Hiç düşünmüyor musunuz?
Hesap etmeliydim. En az 24 delikanlının canından edilmesine gösterdiğim empatik tepkinin vicdanımı devlet mekanizmasına teslim ettiğimi düşündürecekti elbette. Oysa herkese, hatta idarecilere bile vicdanlarını devletleştirmemeleri gerektiğini hatırlatmaktan geri durmadım şimdiye kadar. Devletin vicdansız işleri olabilir; belki o vicdansız işlerin tarafında görünebiliriz vatandaş olarak ama vicdanımızın reddiye hakkını hep yanımızda tutmamız gerek. Vicdanımızı devletleştirirsek, devletimizi vicdan sahibi kılma fırsatını sonsuza dek yitiririz. Açıkça söylüyorum: “Tek devlet tek dil” sloganı insafsızlıktır. Her sabah, yalan konuşmasını bilmeyen minicik çocuklara, zoraki “Türküm “ dedirtmeler, ardından da tam yalan konuşturmuşken bir de “doğruyum” dedirtmek insafsız ve akıl-dışı bir çabadır. Bu ve benzerlerinin hiçbirine taraftar değilim.
Tahmin etmeliydim: Teröre karşı çıkarken terörü üreten yasal terörü temize çıkardığımı sanacaklar olabilirdi. Doğuda (ve hatta Batı’da) devlet adına yürütülen çoğu uygulamanın “terörize etme”ye ayarlı olduğunu tabii ki biliyorum. İnadına dağlara duvarlara “Ne mutlu Türküm diyene” yazmalardan anadil yasağına varıncaya kadar dünya dolusu, tahkir edici ve tahrik edici nice uygulamayı meşru görmek bir yana, yok saymak bile rezil bir suçtur. Bu suça ne ortağım, ne de suç ortaklarının yanındayım. Zorbaca köy boşaltmalardan asit kuyularına, keyfi infazlardan erkekleri meydanda çıplak sergilemelere varan sözüm ona “yasal” terörün taraftarı olmadım ve olmayacağım asla.
Hesap etmeliydim: Bu kadar elektrikli bir alanda, hemen herkesin sloganla “düşündüğü” bir konuda, kimilerinin devlet ağzıyla kimilerinin de örgüt ağzıyla konuştuğu ortamda, vicdan adına ne söylersem zulmün bir tarafına yaslayacaklar beni. Ana babası “asker üniforması” taşıyanlar tarafından hakarete uğradığı, onurundan edildiği için eline intikam amacıyla silah tutuşturulup dağa çağrılan gençleri de anlama çabası, hemen teröre sahip çıkmak ve vatan hainliği olarak etiketleniyor. Bu gençlerin de kandırıldığını, onların da ağlayacak bir anası olduğunu ima eden her türlü vurgu PKK sempatizanlığına yorumlanıyor. Tıpkı 24 delikanlının (onlardan önce on binlercesinin) hayatının söndürülmesine yazıklanmanın devletçilik ve militarizm hesabına çekilmesi gibi. Vicdanımız nerede? Hani insafımız? Hep siyah-beyaz düşünerek mi tüketeceğiz bu ömrü?
Aklıma gelmezdi; tam da Kürt kardeşlerimle zalimleri birbirinden ayırdığımı ifade etmek için kurduğum “Adam olsaydınız, Kürt derdik size. Kürt olmak için adam olmak gerek” cümlesinin üstünkörü, dikkatsiz okumalarla tersinden anlaşılacağı. İnsaf ki insaf! Ben miyim bütün Kürtleri terörist ilan edecek olan? Ben miyim Türk olmayı üstün, Kürt olmayı aşağılık görecek olan? Beni en son suçlayacağınız günah budur. Masum bir adam değilim ; günahkârım ve hatalarım var. Ama en nefret ettiğim günahtır ırkçılık. Zaman zaman ırkçı söylemlere karşı çıktığım için aldığım sövgüleri bile doğru yolda olduğumun işareti olarak okuyorum. Uğradığım hakaretleri, aldığım küfürleri sevabım olarak kaydediyorum.
Sözün özü; zalime karşıyım ben; zalimin Kürt olması da Türk olması da duruşumu değiştirmez. Zulme karşı durmaya çalışıyorum, zulmün Müslüman’ın elinden gelmesi de Müslüman olmayandan gelmesi de duruşumu bozmaz. Öldürmeye karşıyım; öldürülen delikanlıların kışlada olması da dağda olması da umurumda değil. Zalime ve zulme, şartlı karşı çıkıyorsak, vay halimize. Kendileri böyle olduğu için beni de böyle yorumlayanların vay haline!
Tam da ciğerimizin yandığı o bölgedeki fay hattının yarılması, ümidim o ki, kardeşliğimizi sarsan sinsi fay hatlarını onaracak. Yüzlerce canın beton altında ezilmesi, merhameti, şefkati ve kardeşliği hatırlamamız için olmalı. Canlar olalım ki yeni baştan canlar verdiğimize değsin.
Hele bir bakın; enkazdan bir can kurtarıldığında sevinçten ağlarken ırk hesabı yapıyor muyuz? İyice bir bakın; ekmeğimizi paylaşırken, evimizin başköşesini depremzedelere ayırırken, yetim çocuklar için gözyaşı dökerken Türk ya da Kürt ayırımı yapıyor muyuz?
Irk hesabı yaparak kardeşliğimizi enkaz altında bırakanlar utanır mı acaba?
Merak ediyorum, utanacak yüzleri var mı?
Merak ediyorum, acıyacak vicdanları yerinde duruyor mu?
“Allah’ım, biz onların yaptığından uzağız” nidasına yapışmak duasıyla.