Birkaç Anı Damlar Sayfamdan…
Hasret Sokakları’nda Geçen Birkaç Anı Damlar Sayfamdan…
Yıllar sonra küçük Beril’in satır aralarında buldum kendimi yeniden… Geçtiğim her bir caddede, soluduğum her bir nefeste bir şeyleri yad ettim derinlerden… Çocukluğumun izleri… Arda kalan, hatırlanan, hatırlanası zaman dilimleri
Yıllar yılı terk ettiğim o şehre, uzaklardan bakmışlığım vardı hep... Çocukluğumun en belirgin anları 06-12 yaş evresinden özlediğim tek şey ise “o saf-masum çocuktu”…
Hayat mücadelesi: 0
Sorun: Okul sınavları
Meşgale: Sokak oyunları
Tutku: Çerezza’nın peynirli cipsi
Baş çizgi film karakterleri: Tom ve Jerry
Evcilik oyunlarının konusu: Aşk senaryoları-entrikalar
Oyun kahramanları: Candy ve Paul…
Zor günler: Anne-Baba öğütleri (Nakarat şeklinde sürekli yinelenen ve bitmek bilmeyen)
Güzel günler: Doğum günlerinde alınan oyuncaklar-bebekler
Kötü hatıralar: Ana okulunda uyumak istemediğinde, öğretmenin çorba kepçesini kafanda paralaması, “Kızını dövmeyen dizini döver” atasözünün üzerinde yerine getirildiği mübarek anlar, öğretmenin sınıfça çektiği sıra dayağından nasibini aldığın anlar vb. dayak senaryoları…
İyi hatıralar: İlkokul bahçesinde, ilk kez bisiklet üzerinde denge sağlayarak durabilmeyi başarmanın, kelimelere sığmayan mutluluğu “uçma hissi”, “O çocuktur” denilerek kabahat işlediğinde yırttığın nadide dakikalar, “ağlama numarasıyla” istediğini yaptırma-aldırma şeklinde naz yaptığın hınzır zamanlar vb. çocuk olmanın avantajları…
Yırtık pırtık, tek tük anımsanan eskiye dair her ne varsa, ayak basılan yerlerde yeniden hayat buluyordu. Mazide kalan çağrışımlarımın her biri, “Hey gidi günler” diye bana olgunlaştığımı-büyüdüğümü vurguluyordu. Kaygısızlar dizisini çeviren kızdan geriye sadece “kızın kendisi” kalmıştı. Şimdilerde çok şey farklıydı. On üç sene dile kolay geçmişti, şehre veda edilen günden bu yana. Her şey aşina geldiği gibi, bir o kadar da yabancıydı. Sanki anılarım birer birer beni terk etmişlerdi. Ve ben bir başkasının filminde senaryoyu bilerek oynuyor gibiydim, farklı hikayelerin, farklı kahramanı misali...
Evet bu hafta sonu Ankara’daydım, çocukluğumun buruk kentinde. Sisli, bürokrasi kokan, hüzünlü atmosferinde yol aldım. Bina, insan, kargaşa yumağının içinde seyrettim şehri boylu boyunca. Kızılay Meydanı’nın ortasındaki (Yeni Karamürsel) YKM’nin en üst katındaki restorandan, kentin telaşesine baktım öylece… Orada, birçok yaşam hikayesi gizliydi. Ankaralılar, başkentin ev sahipleri, memurlar, takım elbiseli hanımlar-adamlar, hafta sonlarını su görme umuduyla göl kenarlarında geçiren insancıklar, sakinliği üzerlerine geçirmiş Ankara şoförleri (İstanbul’da görmeye alışık olmadığımız)… (Bahçelievler) 7’inci Cadde; Bağdat Caddesi’nin Ankara versiyonu… Kızılay; bildiğimiz Kadıköy… Tunalı Hilmi; o da bildiğimiz Bebek “denizsiz olanı”… Gerisi de Ankara’nın her gün daha da büyüyen, betonlaşan semtleri… Ve her yerde Ankara’ya kazık çakmış, daimi Belediye Başkanı’nın billboardları!...
Ankara pek değişmemiş, Sakarya Caddesi soğanlı döneriyle yerinde, Akman Pastanesi boza- rus salatalı sandviç ikilisiyle tek şubesinde devam etmekte (1936 yılından bu yana), İzmir Caddesi’nde meşhur Ankara simidi sevenlerini beklemekte, Kocabeyoğlu Pasajı’nda cicili bicili iç giyim ürünleri ve kıyafetler hali hazırda, Hacıbaba Baklavaları Sıhhiye’de yine bayram neşesiyle evlere girmekte, Atakule (Dönen Kule) hala dönmekte… Kısaca Ankara aynı Ankara, değişen sadece insanlar ve hayatın kendisi…
Bu haftasonu bir yudum Ankara doldurdum içime, bir sonraki gelişime değin anımsamak üzere… Ne güzel şeymiş meğer çocukluğa yolculuk, hasret sokaklarında geçirilen vakitler…
Aynı gökkubbenin altındaymışız meğer ama, birbirinden habersiz..
Ne güzel ki yazılar buluşturuyor Can'ları..yazarları..
Güzel yazmışsın Ankara'yı..Şiirsel ve güncel..
sevgilerimle..halit
Ekim 13th, 2009 at 16:22Teşekkür ederim güzel yorumlarınıza..Evet dünya çok küçük, bir gün orada bir gün burada insanoğlu..
Ekim 13th, 2009 at 18:11