Hangi Suyu İçebiliriz?
Gıda Hareketi olarak geçtiğimiz yıl, tüm su markalarını analiz ettirmek için bir girişimde bulunduk. Sağlık Bakanlığı Refik SaydamHıfzıssıhha ile görüşmeler yaptık. Kurum öyle ilgisiz ve isteksizdi ki; tüm markaları analiz edebilmemiz için (eski parayla) yarım trilyon lira bütçe çıkardı.
Bize denetim raporlarınızı verin dedik. Evelediler gevelediler vermediler. Sağlık İl Müdürlüğü’ne müracaat ettik. Kapı duvardı. Bizim bu miktarı bulabilmemiz için, bir yüz yıl çalışmamız lazımdı.
Bu kez ‘yaygın markaları analiz ettirelim’ dedik. Onun parasını bile temin edemedik. Markaları açıklayın diye bağıranlar, bir kuruşluk bile destek vermediler.
‘Kimse ekonomik destek vermiyorsa’ dedik ve projeyi askıya aldık. İki ay kadar önce konuyu tekrar yönetim kurulumuzda tartıştık. Bu kez yeni bir yöntemle veri teminine başladık. Hayli de mesafe aldık. Büyük bir çarşaf oluştu.
Bu büyük Excel tablosuna göre; hangi markanın suyunda kimyasal ve biyolojik olarak neler var, neler yok tek tek girdik. Henüz tamamlanmasa da epeyce yol alındı. Ramazan’dan sonra tamamlayıp, en iyiden en kötüye bir sıralamada içeren çarpıcı bir rapor yayınlamayı planlarken, ‘Deşifre’ elini bizden çabuk tuttu. Sonuçlar herkesin malumu.
Ülkemizde gıda ve tarım ürünlerinin tümünden Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı sorumlu iken, sular konusunda Sağlık Bakanlığı sorumlu.
Tarım Bakanlığı alanında ne kadar sorumlu davranıyorsa, Sağlık Bakanlığı da o kadar sorumlu davranıyordu. Ayrıca açıkça belirtmeliyim ki, Sağlık Bakanlığı, Tarım Bakanlığı’ndan daha ciddiyetsizdi.
Geçen hafta Kanaltürk’e konuk olan Sağlık Bakanı’nın, su ve GDO konusundaki umursamaz açıklamaları, bugünü görmemiz için yeterliydi.
Geçtiğimiz yıl Adıyaman Temsilciliğimize ulaşan Kâhta ilçesine ait verileri açıkladığımızda, bölge milletvekilleri sessiz kalmış, iktidar partisine mensup Hatay milletvekili, Adıyaman ilinin su sorununa sahip çıkıp TBMM’ye taşımıştı.
Sağlık Bakanlığı ise kendi belgelerini yalanlayarak konunun üstünü kapatmaya çalışmıştı.
EPA’nın en fazla 10 μg/l limit olabilir dediği kanserojen bromattan, Kahta’nın sularında tam 52 kat yani 520 μg/l tespit edilmişti. Yine olması gereken maksimum değerin tam 22 kat fazlası kadmiyum içeriyordu.
Kâhta halkı da, temsilciliğimizi yalnız bıraktı. Sağlık Bakanlığı ve Kâhta Belediyesi elbirliği yaparak konunun üstünü örttüler.
Sağlık İl Müdürlükleri, her yıl illeri ile ilgili raporlar yayınlarlar. Bir bölümü bu raporları sitelerine koyar. Hepsine bakmak, verileri derlemek hayli zaman alır. İstanbul Sağlık İl Müdürlüğü’nün sitesine baktığımızda, 2008-2009-2010 verilerinin yer aldığı görülüyor. Hiçbir detaya yer verilmese de, rakamlara yer verilmiş. 2012 yılı bitmek üzere ama hâlâ 2011 verileri yayınlanmamış.
|
Temiz |
Kirli |
% |
2010 |
9120 |
688 |
7,54 |
2009 |
9275 |
710 |
7,65 |
2008 |
5710 |
618 |
10,83 |
Bu tablo, İstanbul Sağlık İl Müdürlüğü’nün sitesinde yer alan su denetim verileri. Kaba bir bakışla; suyun yüzde 10 civarı içilemez durumda. Yani 10 kişiden birinin içtiği su, virüs ve bakteri içeriyor. Suyun geriye kalan yüzde 90’ında ise asla olmaması gereken; nitrit, nitrat, kadmiyum, bromat, arsenik, asbest, cıva, kurşun, toluen vb öldürücü maddelerin olup olmadığıdır. Ama biliyoruz ki suların çoğunda bunlar ve daha fazlası var.
Bu tablodaki veriler sadece şehir şebekesi değil, damacanalar, petler, maden suları de dâhil tüm suları kapsayan bir oran.
Diğer illerin Sağlık Müdürlüklerinin sitelerine baktığımızda, alınan su numunelerinin bazı illerde yüzde 50’ye varan oranlarda kirli çıktığını görebilirsiniz. Herkes kendi iline baksın. Eskiden tüm il müdürlüklerinin raporlarının altında “İçme Suları Yönetmeliğine uygun olmayan içme ve kullanma sularının kirlilik kaynağı araştırması yapılmış ve ilgili belediyelerle işbirliği yapılarak ıslahı cihetine gidilmiştir” şeklinde bu matbu cümle görülürdü. Allah’tan artık kaldırmışlar.
Suyun da tuzunda koktuğu ülke
Gıda konusunda Türkiye’den daha sabıkalı kaç ülke vardır acaba? Beni en çok üzen, -son olarak öğrenci harçlarında olduğu üzere el attığı meselelerde çözümler üreten- Sayın Başbakanımızın gıda ve su konusunda hiç konuşmamış olmasıdır.
Konuşsa, bakanları gibi düşünmediğinden eminim. İlgi gösterdiğinde, sorunu önemli ölçüde çözeceğinden de kuşkum yok. Ama sanırım kendisine doğru bilgi gitmiyor ve muhtemelen sürekli toz pembe raporlar sunularak yanıltılıyor. Sağlık konusunda, 10 yıllık iktidarlarındaki veriler çarpıtılmadan verilse, korkunç gerçeği görecek ve önlem alacaktır. Muhtemelen kendisine; artan hasta ve hastalık, ilaç tüketimi, engelli doğumu ve kısırlık gibi sorunlar değil, hastane sayısı, yatak kapasitesi, doktor sayısı ve azalan bebek ölümleri gibi veriler sunuluyor
2010 yılı |
Milyon |
Oran |
||
Doktora giden |
570 |
kişi |
7,70 |
kez |
Hastaneye yatan |
10,5 |
kişi |
7,04 |
ü |
Ameliyat olan |
8,6 |
kişi |
8,60 |
sı |
Sağlık harcaması |
40 |
milyar $ |
540.-$ |
kişi başı |
Görüleceği üzere 2010 yılında, 570 milyon kişi doktora gitmiş, 10,5 milyon kişi hastanelerde yatmış, 8,6 milyon kişi ameliyat edilmiş. Kişi başına 540 dolar sağlık harcaması yapılmış. Mevcut bakan döneminde sağlık harcamalarımız, yaklaşık 10 kat artmış.
Sayın Başbakan arzu ederlerse biz, zat-ı âlilerine çarpıtılmamış her türlü raporu sunmaya hazırız elbette.
Zira durum gerçekten ürkütücü, daha çok veri vererek kafaları iyice karıştırmak istemem. Ancak 2011’de yayınlanan “Şeytan Ye Diyor” adlı eserimin, geniş kapsamlı su bölümünde yer alan tabloyu paylaşmak isterim ki, böylece kirletilmiş sağlıksız sularla başımıza neler açıldığını daha iyi anlayalabilelim.
Bunca riskli duruma karşı, Bakanlıkların hatta üniversitelerin sessizliği, sorumsuzluğuna, sözlüklerde suç olmayacak kelime bulmak güç.
Suyun; (a) endüstriyel tarım ürünleri ve sanayileşme sonucu kirletilmesi, (b) küresel sermayenin elinde oyuncağa dönüştürülmesi tüm canlılar için büyük bir talihsizlik. Bu zararlı maddeler sadece su ile değil; bitkiler, hayvanlar ve hava ile de geçiyor insanlara. Sonra da herkes neden hastalandık diye birbirine soruyor.
Bütün bunlar Allah’tan gelenler değil, kullarının yapıp ettikleri yüzünden kendi başlarına gelen kıyametten başka bir şey değil. Kimse Allah’tan geldi diye, faturayı Allah’a kesmeye kalmamalı. Maazallah, Allah’a iftira atmış olur.
Bir şeyler yiyip içmeden yaşamak imkânsız olduğuna göre ne yapmalı?
Çeşmeden akan musluk suyunun tonu 3-5 TL, damacana suyun tonu 250-300 lira iken, pet suyunun ise bir tonu tam bin lira. İkisinin kalitesi arasında fark yoksa ki yok: O halde, ilk olarak bu soyguna bir son vermek gerek.
İkinci olaraksa, Başta başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve belediyeleri twit, e-posta yağmuruna tabi tutmalı. Siz suyunuza sahip çıkmazsanız, hiçbir bürokrat, siyasetçi veya belediye başkanı sahip çıkmaz. Çıkmadıkları da ortada!
Üçüncü olarak ise bakanlığa su.gov.tr adlı bir site açtırıp; içme suyu, maden suyu, göller, barajlar, havuzlar vs gibi suların her hafta mikrobiyolojik ve kimyasal analiz sonuçlarının yayınlanmasının sağlatılması gerek. Onlardan çok veya ek bir şey istemiyoruz. Sadece görevlerini doğru dürüst yapsınlar yeter. Bu konuda yapılacak yatırım ve maliyet, her gün yeni hastane yapmak, milyarlarca doları ilaç ve diğer sağlık giderlerine harcamaktan çok daha ekonomiktir.
Bu konuda kitap yazacak kadar sözümüz var, ama netice itibariyle diyoruz ki; tertemiz aldığımız dünyamızı çocuklarımıza bu halde devredemeyiz. Aksi halde ya devredecek çocuk bulamayacağız, ya da bulsak bile onların bedduası bizleri mezarda rahat bırakmayacak.
Suyun bile içilemez olduğu bir ülke, yaşanmaya değer bir ülke olamaz. Türkiye ve hiçbir insan bunu hak etmiyor.
Tohumumuza sahip çıkamadık ve küresel sermayenin silaha dönüştürmesine izin verdik, bari vakit geçmeden suyumuzu kurhttp://www.kemalozer.com/hangi-suyu-icebiliriz-223h.htmltaralım. Bunun vebali fert fert hepimizedir.