Hangi Kültürle ve Hangi Yüzle!..
Lübnan’da konsolosluk yapmış bir arkadaşım “Yakup Lübnan’da her gün sayısız insan konsolosluğumuza gelip Türkiye vatandaşı olmayı talep ediyor”.
Neden diye sorduğumdan iş kaygısından falan olmadığını sadece Türkiye’ye olan muhabbetlerinden kaynaklandığını ilave etmişti. Beni en çok hayrete düşüren sözleri ise bunların içerisinde hatırı sayılır derecede Ermenilerin olduğunu söyleme-sidir.
Yine söylediklerinin arasında kendilerini Türk olarak adlandıran, gerçekten Türk olan ama dillerini büyük ölçüde unutan Türk köylerinin olduğudur.
Hepsini toparlarsak;
Osmanlı geri çekilip kurtuluş savaşından sonra misak-ı milli sınırları içerisinde yeni Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulunca, cumhuriyeti kuranlar şunu dediler.
“Biz Osmanlının parçası olan etnik gruplardan bir tanesiyiz ve Anadolu’da kendimize yeni bir devlet kuruyoruz. Bunun adı Türkiye Cumhuriyeti olacak”. Yani amaç geçmişten tamamen bağların koparılması ve yeni bir devlet kurulması, bu toprakların yeni baştan düzenlenmesidir. Bu bir siyasi tercihtir, o zaman böyle gerekli görülebilir. Lakin bu cumhuriyeti meydana getiren halkı yeniden tasarlayıp bu devletin milleti haline getirmek akıl karı bir iş değildi. Nitekim öyle olmadığı da görüldü.
Çünkü bu millet, 1923 den sonra topraktan biter gibi bitmediğini, yüzyıllardır ilmek-ilmek ördüğü kendi kültürünü “modernleşme” adına bir kalemde kaldırıp atmayacağını, hatta buna teşebbüs bile etmeyeceğini tüm müdahalelere rağmen gösterdi.
Cumhuriyeti kuranlar, Anadolu kültürünün sadece kendisi ile kaim bir kültür olmadığı, köklerinin bütün Balkanlar, Orta Doğu, yani bütün Osmanlı coğrafyasına uzandığı gibi Ota Asya steplerine kadar vardığını ve yüzyılların birikimi olduğunu bilemediler ya da anlamak istemediler. İşin tuhaf tarafı “ters yüz” etme girişiminde bulunurken kullandıkları elemanlar son derece basit ve kifayetsizdi.(mesela şapka devrimi gibi).
Yine işin tuhaf tarafı (arada bir) ileride dünyanın yeniden şekilleneceği ve bu durumda Türkiye’nin ne yapması gerektiğini daha şimdiden bilmesi ve hazırlanması gerektiği söylense de, bu sözün gereği hiçbir vakit yerine getirilmedi, bence getirilmek istenmedi.
Ta ki birileri çıkıp “yahu bizim dışımızda da kardeşlerimiz var, oralara uzanıp eğitim seferliği ile onlarla hasbıhal edelim” değinceye kadar.(Garip ki, bu girişimlere karşı çıktılar ve “irtica” dediler.) Eğer, yukarıda “hazırlanmalıyız” mealindeki bu söz gerçekten Mustafa Kemal’in ise onun mirasını takip edenler bu sözü neden göz ardı ettiler. Yok, eğer onun sözü değil ise neden arada bir bu sözü söylemiş gibi gösterdiler? Yani nereden bakarsanız bakın tutarsızlık var.
Gelmek istediğim nokta şurası idi;
Arada bir bu tip sözlere rağmen Türkiye’yi etliye sütlüye karışmayan kendi içine kapanık bir ülke istiyorsanız bu durum kime hizmet eder?
Yok, eğer Türkiye’nin yolunda gittiğini iddia ettiğiniz Mustafa Kemal’in sözlerinden yola çıkarak Türkiye’nin etki alanlarının genişlemesini istiyorsanız, hangi kültürle ve hangi yüzle? Bu sorularım özellikle askerlere idi…