Hangi Devrimlerin Bekçisi ?…
İlk defa 1990 yılında Azerbaycan’a gittiğimde farkına vardım. Toplum içinde yaşadığı ortamın çapraşık taraflarını yeterince göremiyor. Ancak yabancı ülkelere gittiğinde kendi yaşadığı toplumla mukayesesi mümkün olduğunda farkına varabiliyor.
Bunu hem Sovyetler Birliğini oluşturan toplumlar açısından hem de kendi ülkemizin garip durumunu belirtmek için söylüyorum.
Azerbaycan’a gitmeden Sovyet toplumunun ve özellikle Müslüman topluluklarının despot rejim altında inlediklerini, bundan kurtulmak için fırsat kolladıklarını zannederdim. Ama gelin görün ki öyle olmadığını, birtakım memnuniyetsizliklerin yönetim kadrolarının kötülüğüne ve beceriksizliğine yorumlandığını görünce açıkçası hayal kırıklığına uğradım. Hele Ruslar hakkında öyle çok olumsuz bir hava da görmedim.
En çok hayal kırıklığına ise özgür zannettiğim ülkemizin hiçte özgür olmadığını hatta size abartılı gelse de ülkemizde kötü bir “sosyalizm” uygulaması olduğunu gördüğümde uğradım.
Yine geçen akşam bir televizyon kanalında yayınlanan haber programında İran Devrim Muhafızlarının İran ekonomisinin önemli bir bölümünü kontrol ettiklerini, dolayısıyla bunu korumak için muhalefet hareketlerine her zaman sert tepki göstereceklerini söylediklerinde “acaba sıradan İran vatandaşı bu durumu nasıl görüyor ve yorumluyor” diye sordum kendi kendime.
Şüphesiz sıradan İran vatandaşı devrim ideallerine baş koymuş Devrim Muhafızları hayal edecektir. Ama öyle olmadığı gün gibi aşikardır.
Buradan şuraya gelmek istiyorum, deryada yüzen balıklar gibi insan gündelik hayat galesi içerisinde olayları kendi dar çerçevesinde görüyor ve yorumluyor. Hal böyle olunca olayların perde arkasını göremiyor, “neden, niçin” gibi soruları pek soramıyor, sorsa da kendi yaşam alanı sınırları içerisinde ancak zahiri görüntülere göre yorumlayabiliyor.
Bu bizde olduğu kadar dünyanın bütün toplumlarında da böyledir. Toplum yönlendirilebiliyor, manipüle edilebiliyor ve bazı şeyler gizlenebiliyor.
Ancak demokrasisi ileri derecede gelişmiş açık toplumlarda bu daha zordur. Burada nedenleri üzerinde durmayacağım, konuyu başka yönüyle ele almak istiyorum çünkü.
Demiştik ki toplum içinde bulunduğu ortamı normal hatta mükemmel kabul eder, gördüğü aksaklıkları yada anlamsızlıkları yöneticilerin beceriksizliğine bağlar.
Birde çoğu kez şuna inanır,”bizi idare eden yöneticiler mükemmel insanlardır, kurumlar ise ciddidirler hiç yanlış yapmazlar, tüm iyi özellikler kendilerinde toplanmıştır, öyle ya koskoca kelli felli adamlar mutlaka her işin en iyisini ve doğrusunu düşünürler ve yaparlar”, acaba sahiden öylemidir?
Yada bize gösterildiği gibi tüm davranışları gördüğümüz yada bize gösterilen nedenlere mi bağlı?
Bu soruyu kendime sorduğumda benim her zaman ki huyum olan şüpheciliğim ve komplo teorilerim devreye giriyor. Bizim dışımızda, dünyada gerçekleşen olaylara baktığımızda (İran örneğinde olduğu gibi) perde arkasının farklı olduğunu, toplumlara gösterilen nedenlerle gerçek amaçların tamamen zıt olabileceğini görüyor ve kabul ediyoruz da kendi ülkemize gelince neden aynı şeyleri düşünmüyoruz?
Ben özellikle (27 mayıs,12 Mart, 12Eylül, 28 şubat gibi) müdahalelerin yıllar sonra gerçek nedenlerinin bize gösterildiği gibi olmadığını görünce tabir yerinde ise “yoğurdu üfleyerek yemeye başladım”.
Aslında makale etmeye değecek olan bir konunun sorusunu da kendi kendime sormadan edemiyorum.”bize neden ordu, yargı gibi kurumlar işini iyi yapan, mükemmel, dürüst, vatansever gibi gösterilirlerde siyasetçileri üç kağıtçı, sahtekar, menfaatperest ve vatan haini gibi algılamamızı sağlarlar?”
Bir de şu kafama takılıyor, “miladi devrimin muhafızları acaba gerçekte hangi devrimlerin bekçiliğini yapıyor ?..”