Halimize Bakın!…
Rahmet, Mağfiret ve Kurtuluşun sağanak halinde üzerimize yağdığı mübarek Ramazan’ın son diliminde kütüphanede, bilgisayarın başındayım.
Açık pencerelerden sesler geliyor. Camide hoparlör ile dışarıya verilen Kur’an-ı Kerim mukabelesine karışan tavla sesleri.
Şöyle dışarıya bir göz attım, ganyan bayisi, kahvehane, han girişlerine atılan masalara oturmuş, bir elinde çay, diğerinde sigara ve atılan tavla zarları gırla gidiyor.
Ramazan’ın Kurtuluş dilimi içinde Müslüman bir ülke,Osmanlı’nın Dibâcesi ulu çınarda bir dal Bursa, Adliye Sarayı karşısında bir mekân ve acınacak halimiz…
Bu mümtaz milleti bu hale getirenler kim, kimler, rahat yaşayan, derdi olmayan, cefa çekmeyi hiç istemeyen, sefahat düşkünü, kapitalist, müsait, mütahit Müslümanlar değil mi?.
Tarikatları, cemaatleri, marifetleri, itimatları,şahsiyetleri bir yerlere götüren,menfaat uğruna dinin içini oydukça oyan, yeni bir din anlayışını cahil kafalara zerk eden, kapital sermayelerine sermaye ekleyen, iftar sofralarında cocacola içerek, Kur’an-ı Kerim tilaveti peşinden yosmalara ‘Çile Bülbülüm Çile’ şarkılarını söyletenler değil mi?
Göstermelik iftar sofralarında gerçek fakiri/muhtacı/yoksulu unutan, kelimenin tam anlamıyla şov yaparak para toplayanlar değil mi?
Aziz milletin, insanların, Müslümanların, müminlerin yıllardan beri inandığı, yardım ettiği, varını/yoğunu verdiği, cemaatleri hareket haline getirdiği, değiştirdiği, yozlaştırdığı, zaman zaman soysuzlaştırdığı günümüz Türkiye’sinde ve dünyasında neler oluyor?
Kabir kapısında bulunduğumuz günlerde, hep böyle karamsar tablolar mı çizeceğiz, hep böyle sızlayacak, ağlayacak mıyız.
Kendini davaya adamış, yıllardan beri haykırmaya devam eden bir üstadın feryatlarını, yeniden buraya almak istiyorum:
“Seherlerde hoparlörler bangır bangır bağırırken Ahali-i Müslüman’ın büyük kısmı leşler gibi uyuyor.
Din ve mukaddesat sömürüsü korkunç boyutlarda...
Başımıza azab ve felâket gelmeden önce uyanamayacak mıyız?
Yazık bize, vah bize!”
Bu günkü halimizi, İslâm âleminin halini bu cümlelerden başka izah etmeye gerek yok sanırım. Bu yazımızın, bütün sitelerde, medyada yayınlanmasını arzu ederim.
Kendi öz vatanımızda esir, ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, parya olmuşuz.
Dinî günümüz olan cumalarda tatil bile yapamıyoruz.
Çocuklarımızı mekteplere başörtüsü ile gönderemiyoruz.
Yeni nesilleri, olması gerektiği gibi, gerçek dindar yetiştiremiyoruz.
Dindar öğretmen hanımlar, dindar avukat hanımlar başörtüsüyle çalışamıyor.
Dönmeler, Kriptolar, Masonlar ensemizde her dem boza pişiyor.
Acınacak bir haldeyiz de çoğumuzun bundan haberi bile yok.
Birbirleriyle senede bir kere bile bir araya gelemeyen birtakım din baronlarının umurunda mı bunlar.
İçimiz münafık, ajan, casus, fitneci dolmuş, farkında değiliz.
Yakın zamanlara kadar bozuk dediğimiz düzenin haram nimet ve rantlarını kapışanlara sorarsanız durum çok iyidir.
Namaz terk edilmiş ve halkın büyük kısmı şehvetlerine uymuş.
Fısk, fücur, büyük günahlar küstahça âşikâre işlenir olmuş.
İktisat, ticaret, iş hayatı bozulmuş.
İnsanlık yerlere serilmiş.
Komşuluk hakları ayaklar altında.
Bedevîlik ve ârabîlik kültürü veya kültürsüzlüğü hakim olmuş.
Cehalet ve kültürsüzlük o raddelere gelmiş ki, Müslümanlar bin yıllık dinî yazılarıyla okuyup yazamıyor.
Halkın büyük bir kısmı en basit ve özet ilmihalini bilmiyor.
Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişiklik, dini sulandırma fitne ve fesadı yaygın hale gelmiş.
Biz bunca felaket, bunca zillet, bunca esaret, bunca nifak ve şikak, bunca zebunluk içinde keyfimize bakıyoruz. Neşeli ziyafetler tertipliyor, piknikler yapıyoruz. Rezalet o boyutlara vardı ki, mübarek Ramazanlarda bazılarımız içkili lüks otellerde papazlar, hahamlar, monsenyörlerle muhabbetli iftar yemekleri yiyor.
Ümmet birliği, İmam-ı Kebir yok ama cemaat holiganlığı, militanlığı, fanatizmi son haddinde. Lüks ve turistik umre seferleri... Zam Zam Tower'in üst katındaki kral süitinden Kâbe'ye yukarıdan bakmalar. Bozuk düzenin haram rahtlarıyla korkunç kirli servetler..
Elbette dine, imana hizmet edilirken fitne çıkartılmayacaktır ama "Fitne çıkmasın" bahanesinin arkasına gizlenerek hizmetten kaçmak en büyük fitnedir.
Allaha şükürler olsun ki, ülkemizde İslam'a hizmet etmek için çok büyük bir hürriyet vardır. Bu hürriyetin tamamını kullanmazsak hain oluruz.
İslam’a hizmet etmek için çok büyük maddî gücümüz ve potansiyelimiz vardır. Bunları doğru dürüst, yerli yerinde kullanmazsak yine hıyanet etmiş oluruz.
İslam için çalışmak istiyorsak öncelikle bütün Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlarının bir çatı altında birleşmesi gerekir.
Bugünkü yüzlerce, hatta binlerce bağımsız ve birbirinden kopuk cemaatlerle topyekun hizmet olmaz.
İslam dini, Müslümanların başında bir tek İmam-ı Kebir veya Emîrü'l-mü'miîn olmasını istiyor. İkincisine izin vermiyor.
Ehl-i sünnet Müslümanları, nasıl seçeceklerse, nasıl bulacaklarsa bulmalı, mutlaka böyle tek bir reisin etrafında toplanmalı, ona biat ve itaat etmelidir.
Bütün Müslümanların bir tek İslamî hizmet ve faaliyet plan ve programı olmalıdır.
Dış düşmanlarımız, onların içimizdeki yardakçıları, nefs-i emmârelerimiz, şeytanlar bizim birleşmemizi kesinlikle istemiyor; paramparça, bölük pörçük, dağınık, kopuk olmamızı, birbirimizle çekişip tepişmemizi istiyor.
Tek bir Ümmet olmakta rahmet, tefrikaya düşüp parçalanmakta azap vardır.
Başında bir İmamı, bir Emîri, bir Halifesi bulunmayan Müslümanların ne kadar çok gavsları var!.
Bizim gibi parçalanmış, bölünmüş, kafirlerin ve münafıkların maskarası olmuş bir topluluk kesinlikle, Kur'anda ve Sünnette tarif edilen hayırlı Ümmet olamaz.
Müslümanlar biatli ve itaatli olmazlarsa, sayıları on milyonları bulsa da Ümmet değil, sürü statüsünde kalırlar.
Her mü'min, ezelde Allahü Zülcelal ile yapmış olduğu ahd ve misaka bağlı olmalı ve bağlı kalmalıdır.
Muhammed (Salat ve selam olsun ona) Resulullah diyen bir Müslüman, Allahın Resulüne itaat etmekle, O'na biat etmekle mükelleftir. Bu biat da, zamanındaki İmam'a biat ve itaat ile mümkün olur.
Mü'minlerin bir İmamı veya Emîri olmazsa, mü'minler ona biat ve itaat etmezse ne olur?..”
Beni en iyi anlayan, derdime ortak olan; şiirlerimdeki mısralar, heceler ve vermek istediğim mesajlar…
NEYLEYİM… şiirim ile yazımı noktalamak istiyorum:
Ben sevsem; ėller alsa, sormadan ėle gitse,
Giderken yolda kalsa, sevdâmı alıp itse,
Çöllerde beni bulsa, Mecnûn’a inat etse,
Gönlümü aşktan çalsa, gizli düşmanlık gütse,
BENİ SEVMEYEN HAİN, ZALİM YÂRİ NEYLEYİM?
İki göz, iki çeşme, sel gibi akar yaşlar,
Ciğer yaramı deşme, secde etmeyen başlar,
Sevdiğim ol güzelde, hilâl olmayan kaşlar,
Her seherin vaktinde, benimle ağlayan taşlar,
DERDİMİ BİLMEZ İSE; FERYÂT, ZÂRİ NEYLEYİM?
Sevdâ ateşi düşse, yaksa / yıksa, kavursa,
Karşılık beklemeden, işaret versem dursa,
Merhamet eylemeden, yerden yere savursa,
Aşka emeklemeden, gönül mızrabın vursa,
AĞUSTOS AYLARINDA, KALKMAZ KARI NEYLEYİM?
Hak olan hakkı yerler; sel olur, coşkun akar.
Sevgi güle özeldir, sevmeyen kime bakar?
Ömrü az olur derler; gül takan, gönül yakar,
Gül dalında güzeldir, sevgililer gül takar.
BÜLBÜLLERİ AĞLATAN, GÜLSÜZ HÂRI NEYLEYİM?
Asır geçmiş aradan, âsîl sevgi solmamış,
Semâ’ya bak karadan, Hikmet-i Sır dolmamış,
Kâinatı yaradan, aftan geri kalmamış,
Nice insan sıradan, boş umutlar solmamış,
BENİM OLMAYAN GÜLLE, GÜLÜZAR’I NEYLEYİM?
Âşık olan Mecnûnlar, çölde serâbı arar,
Asrımızda Leylâlar, örük saçını tarar,
Şiirlerde Yunuslar, kendi veremez karar.
Hakka âşık Mansûrlar, Hülya-ı Ümit sarar,
KEMÂLİ KALEMİNDE, İNTİZÂRI NEYLEYİM?