Haklıların Güçlülüğü; Adalet ve Demokrasi
Adalet ve hukukun hâkim olduğu medeni ülkelerde, siyaset sadece bir idare ve idame sanatıdır. Yani ülkeyi en iyi ve ileri seviyede yönetip, halkın huzur, özgürlük, güvenlik, refah, zenginlik ve mutluluk düzeyini yükseltmek… Bu nedenle ilgili ülkelerde seçim zamanlarında “iyi olan kazansın” denilir. Bu söylem kanaat önderleri tarafından açıklanıp yorumlandığında ortaya, (daha kapsamlı olmak koşuluyla) şöyle bir talep/tanımlama çıkar: “İyi, doğru-dürüst, namuslu, onurlu-sorumlu ve demokrat olan kazansın”!..
Bu temel kriter, başta “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin beher birey muhatapları olmak üzere; Seçimle gelen veya atanmış olan ve fakat millet adına, devleti idare makamında iştigal eden herkes için geçerlidir. Geçerli olması da, erklerin karşılıklı ilişki, irtibat ve teatilerinde, bu kural ve “hayati kaideyi” her şeye rağmen gözetmelerine bağlıdır.
Yani kısaca: Yedi gün 24 saat denetim, daimi teftiş, dikkatle takip, sürekli kontrol ve ilkeli koordinasyon. Demokrasi, adalet ve hukukun gereği budur. Bunu ifa ve icra etmekle ise; Birinci derecede muhalefet; Tarafsız ve bağımsız Yargı ve aynı şekilde “tarafsız ve bağımsız” TBMM’dir. Tamamı millet adına hareket eder, millete mutlak surette hesap vermeye memur ve mecburdurlar. Sadece bu şekilde: “Hâkimiyet, kayıtsız ve şartsız Türk Milletinindir” emir, bildirim ve “kurucu unsur tarafından emanet/vasiyet” temel ilkesi hayat bulabilir.
Fakat 17 Aralık tarihinden itibaren ülkemizde (yargı ve yürütme arasında) yaşanan utanç verici olaylar açıkça göstermiştir ki; Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesi yoktur. Bunun yerine kaim De’fakto bir koyu diktatörlük rejimi var gibidir. Şu hale nazaran önce siyasetin demokratikleşmesi ve “Egemenlik Türk Milletinidir” düsturunun hayata geçirilmesi şarttır.
Zira Türk Milleti şanlı bir tarihe, nezih bir birikim ve büyük bir medeniyete sahiptir.
Türk kültür ve medeniyeti, asırlardır tüm insanlık âlemine ışık tutmuş; İnsanlık davası, hak ve adalet nuruyla dünyayı aydınlatmış, kendi literatüründe “Medeni Siyaset” denilen adil idare biçimiyle, evrensel hukuk ve medeniyetin banisi olmuştur. Kim ne derse desin hakikat bundan ibarettir. Bu büyük, köklü ve şerefli milletin tarihinde insanlık dışılık, yolsuzluk, hak gaspı, rüşvet, iltimas ve hırsızlık yoktur. Dolayısıyla, benzer iddialar karşısında yargıya dur demek, Polisin elini tutmak ve adaletin önünü kesmeye yeltenmek yanlış olmuştur.
Doğrusu: Millet adına hareket eden ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin en önemli unsuru olarak “tarafsız ve bağımsız” faaliyet gösteren yargıya inanmak, itimat etmek ve güvenmektir. Aksine bir yaklaşım ve kaygılı/kuşkulu davranış biçimi, müesses adalet nizamına karşı büyük bir saygısızlık, sahipsizlik ve güvensizliktir. Böylesi bir çekince, kaygı ve kuşku, özellikle hak ve adalet camiası başta gelmek üzere, Hukuk kurumunu hiçe sayma ve alçaltma gayreti olarak algılanır, adalet cihazına nifak tohumları ekme anlamına gelir ki, bu nafiledir. Her ne kadar bu teşebbüslerin böyle olduğuna inanmıyor isek de; Toplumsal ve siyasal algı biçimi gerçekten doğru bile olsa, bu yaklaşımla asla bir yere ve neticeye varılamayacaktır.
Yapılması gereken: Bu tarihi, ilmî ve kültürel değerleri, değişen dünya koşulları içinde evrensel değerlerle buluşturmak, Türkiye'nin gücü ile Türk halkının özgürlük, zenginlik, refah ve mutluluğunu en azami noktaya çekmek için, hep beraber “el ve gönül birliği içinde” adalet ve faziletle çaba göstermek gerekir. Başta Hükümet olmak üzere, ana ve sair muhalefet olmak üzere bütün siyasetin görevi: Ülkemizin sahip olduğu bilumum imkân, kaynak ve potansiyeli, “hakkaniyet, adalet ve eşitlikle” halkla paylaşmak-paylaştırmak ve geleceğe taşımaktır.
Milli birliğin, beraberliğin, ayrılmaz bütünlük ve güvenliğin teminatı demokrasidir. Ülkemizde “gerçek demokrasi olmaz; millet iradesi devlet idaresinde, hakkıyla ve lâyıkıyla tecelli etmezse” bilim, hukuk, eşitlik, adalet ve ahlâktan söz edilemez. Siyasetçiler, sadece yaptıklarından değil, yapamadıklarından da sorumludurlar. İnsanlarımızı yoksulluğa mahkûm ederek sadakati satın alma yoluyla bu düzeni sürdürmek yanlıştır. Ama maalesef karşılarında milletiyle aynileşmiş, milletin partisi olmuş gibi köklü bir siyaset kurumu; Namuslu, dürüst, ilkeli, sorumlu ve siyaseti fazilet mücadelesi olarak icra eden gerçek demokratlar yoktur!..
Kaldı ki: Hukukun üstünlüğü, her kim olursa olsun, sonuçta “hiç kimsenin hukukun üstünde olmaması” demektir. Adalet ve hukuk “objektif, tarafsız ve bağımsız” olduğu ve her türlü siyasetin üstünde kaldığı sürece makbul ve muteberdir. Demokratik hükümetlerde yetki hukukla işler ve hükümetlerin kendileri de hukukun getirdiği sınırlamalara tabidir. Kanunlar ve kurallar, bütün milletin ortak yaşamı, mutlak eşitliği ve müşterek saadeti için vardır.
Demokratik sistemlerde vatandaşlar kural ve düzenlemeleri kendileri belirledikleri için bunlara gönüllü olarak uyarlar. Adalet en iyi yasalar, onlara uymak zorunda olanlar tarafından çıkarıldığı zaman sağlanır. Güçlü bir sistem olan hukukun üstünlüğüne göre bağımsız Yargı ile onun adalet dağıtan unsurları mahkemeler en üst düzey liderler dâhil olmak üzere hükümet yetkililerinin ulusal yasa ve düzenlemeler çerçevesinde hesap vermesini sağlamak için gerekli güç, yetki, kaynak ve itibara sahiptir.
Bu nedenle: Başta adalet ve hukuk mesleğini seçenler olmak üzere, Avukatlıktan, Savcılık ve Hâkimliğe kadar “Adalet Cihazında” görev almaya/yapmaya talip olanlar, önce çok iyi ve özenle seçilmeli… Soylarında hırsız, yolsuz, namussuz, anarşist, terörist, vatan haini olanlara asla bu mesleğe alınmamalı; Mesleğe alınmak üzere seçilenler ise iyi eğitimli, mutlak surette ahlâken yüksek, karakter olarak temiz, namuslu, dürüst, profesyonel, özgür ve tarafsız şahsiyetler olmalıdır. Ayrıca ve özellikle Hâkimler Cumhuriyet, Demokrasi ve bu çerçevede hayat bulan yasal ve siyasi sistemde görevlerini gereği gibi yapmak için kuvvetler ayrılığı ilkelerine “sadakatle” bağlı olmalıdır.
Türk ve dünya tarihinde İnsan Hakları, Adalet, Hukuk, Ahlâk ve “millet idaresinde; karşılıklı saygı, yasalar karşısında mutlak eşitlik, adalet ve hukuku üstünlüğüne mutlak riayet” anlamına gelen Demokrasinin kaynağı din, ahlâk, örf, adet, gelenekler ve milletlerin milli ilim ve birikimi olan kültürleridir. Yazılı anayasalar, buna uygun olarak düzenlenen yasalar, tüzük ve yönetmelikler asla ve kesinlikle bu değerlere aykırı olamaz. Dahası: Nasıl ki kanunlar ve buna mütedair usul ve esaslar Anayasaya aykırı olamaz ise; Anayasalar da kesinlikle insan’a ve insan hakların aykırı olamaz.
Sonuçta: Bütün hukuki ve fiili düzenlemeler ile hükümetleri millet adına icra ettikleri bilumum icraat ve faaliyetler: Din ve ahlâka, edep ve adaba, hakkaniyet ve hukuka, eşitlik ve mutlak dürüstlüğe uygun olmak zorunda ve durumundadır. Hükümetler saklı-gizli hareket edemez, açık, şeffaf, berrak ve saydam olmaya memur ve mecburdurlar. Bütün vatandaşların eşitliği, herkes için adalet ve herkes için hukuk hükümetlerin düsturudur. Kanunlar, sadece ve doğrudan millet tarafından seçilmiş “gerçek vekiller tarafından” yapılmalıdır. Çünkü: Millet tarafından bire bir / doğrudan seçilmemiş kimseler, milletin vekilleri olma sıfatını taşıyamaz!..