Hakikati Konuşmaktan Korkmayınız!..
“Hesaplaşma ve Yüzleşme Zamanı” ad ve konulu makalemiz, gerek yurt içinde ve de gerekse yurtdışında çok büyük yankılara yol açtı. Olumlu katkı, tebrik, teşvik ve teşekkürlerin yanı sıra, bir hayli sitem ve tenkide de muhatap oldu.Olumlu katkı, fikri katılım ve kutlamalara teşekkür boynumuzun borcu… Lâkin sitemkâr tepki ve tenkit sahiplerinin, özellikle:
“Mustafa Kemal Atatürk hiç kimseden hesap istemedi ve hesap da sormadı; O’nun bütün kaygı, eylem ve söylemleri Cumhuriyet devrimlerine yönelikti. Mustafa Kemal Atatürk, yaşadığı sürece kimseye hesap sormadı. Her hangi kimselerden günah çıkartmasını, itiraflarda bulunmasını veya birileri ile yüzleşme ve hesaplaşma yapılması isteminde bulunmadı.
Kısaca: Cumhuriyeti kuran kimsenin böyle bir “hakikati itiraf, sırları ifşâ, hesaplaşma ve yüzleşme gibi istencesi yokken, günümüz aydınları tarafından böyle bir zorunluluk varmış gibi: İlle bir hesaplaşma, sorgulama,yargılama ve yüzleşme gereksinimi şimdi neden ve niçin gündeme taşınıyor?..” denilmekte…
Önce Atatürk konusunda “yanlış bir yargı” ve “yanılgıyı” düzeltmek isterim.
Hem de, güncel sorunlarla örtüşen ve çözüm öneren, kendi, vecize kabili lisanından;
Buyurun bakalım:
“Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dinî ve mezhebî bağlar yerine Türk milliyeti bağı ile (milli devlet bağlamında) fertlerini toplamıştır.
Asıl olan iç cephedir.
Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir.
Zahîrî cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir.
Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir.
Fakat bu hal hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez.
Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir. Bu hakikati bizden iyi bilen düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar.
Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Sonsuz bir özgürlük tasavvur olunamaz; hakların en büyüğü olan hayat hakkı bile mutlak değildir.
Fertlerin hürriyetini masun tutmakla mükellef olan insanların, diğer taraftan devletin de irade ve hâkimiyetinin kötürüm bir hale gelmemesine çok dikkat etmeleri lâzımdır. Fertlerin hürriyeti, devletin hâkimiyet ve iradesinin saklı kalışına bağlıdır.
Devlet iradesi kötürüm olursa, fertlerin hürriyetlerini koruyacak hiçbir kuvvet ve vasıta kalmaz.
Bütün dünya bilmelidir ki; Türk Milleti hakkını, haysiyet ve şerefini tanıtmaya kaadirdir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet tek vücut olarak ayağa kalkar.
Haysiyetinin bir zerresine, vatanının bir avuç toprağına vuku bulacak bir tecavüzün, bütün varlığına vurulmuş darbe olacağını artık Türk milletinin fark etmediğini sanmak hatadır. Saygısızlığın, tecavüzün küçüğü büyüğü yoktur.
Hükümetlerin icraatları menfi olup da millet itiraz etmez ve iktidarı düşürmezse, bütün kusur ve kabahatlere katılmış demektir. Mustafa Kemâl Atatürk”
İşte bizim, mezkür makalede ifade ve ihsas etmeye çalıştığımız husus da budur.
Başta Mustafa Kemal Atatürk, kurucu unsur ve TC’nin tek “sivil anayasası” olan 1924 (1928)’e bu talep mugayir (aykırı) değildir. Zira bir tarafta millet adına faaliyete izinli, memur ve mecbur olan devlet, diğer tarafta, devlet adına “hile ve desise” ile edindiği güç, imkân ve kaynakları millet aleyhine tasarruf eden, kamu menfaatini hiçe sayan organizasyonlar.. Onurlu ve sorumlu vatandaşlar olarak “hesaplaşma ve yüzleşme” istemeyeceksin de ne yapacaksın?!.
Kamu vicdanını tatmin ve meşruiyeti ikame için “hesaplaşma ve yüzleşme” şarttır…