Hakan Fidan Yargılanmalıdır
Vimeo.com adlı internet sitesinde MİT yöneticileri Hakan Fidan-Afet Güneş ile KCK (daha doğrusu PKK) yöneticileri Sabri Ok-Mustafa Karasu-Zübeyir Aydar arasında Norveç’in başkenti Oslo’da yapılan görüşmelerden beşincisinin ses kaydı ve tutanak olarak metni yayınlandı. Terör örgütleriyle görüşmeler yoluyla da bir sonuç alınabileceği tezine göre belki bu olay sırf görüşme olarak olağan karşılanabilir. Ancak görüşmenin içeriği, zamanı ve sonucu bakımından olağan sayılması insan aklının önemli ölçüde zorlanması demektir.
Görüşme tutanağına göre, bu görüşme Aralık 2009 veya Ocak 2010’da gerçekleşmiş olmalıdır. Çünkü görüşmelerde Habur olayından (Ekim 2009) ve Reşadiye’de asker katliamı olayından (Aralık 2019) söz edilmektedir. Bu yüzden görüşme bu iki olaydan da sonra gerçekleşmiş olmalıdır.
Türkiye Devleti dolayısı ile Türk Halkı adına görüşmeyi yapan Hakan Fidan, o dönemde Başbakanlık Müsteşar yardımcısı ve Başbakan özel temsilcisi ünvanını taşımaktadır.Şimdi ise doğrudan MİT müsteşarıdır. Fidan asker kökenlidir. Kara Kuvvetleri Dil Okulu Mezunudur. Subaydır. Almanya'da bulunan NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu İstihbarat ve Harekat Başkanlığı'nda yurtdışı görevde bulunmuştur. Bu dönemde, University of Maryland University College'dan Siyaset ve Yönetim Bilimi alanında lisans dereceleri, yurda döndükten sonra Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden yüksek lisans ve doktora dereceleri almıştır. Zorunlu hizmet süresinden sonra askerlikten ayrılmıştır.
Fidan görüşme esnasında Kürt meselesi hakkında hemen her şeyi okuduğu ve bildiğini iddia ediyor. Benzeri iddiaları karşı taraf söylemiyor. Sabri Ok, % on seçim barajının Kürtler için konulduğunu ve Kürtlerin TBMM’ye girmesini engelleme amacıyla konulduğunu iddia ediyor. Kürt meslesi hakkında her şeyi okumuş olan Fidan bey, “kesinlikle doğru” diyor. Oysa doğru değildir. % 10 seçim barajını 12 Eylül askeri yönetimi 1983’te getirmiştir. 1983 şartlarında PKK’nın partisi sayılan seçime girmesi halinde de TBMM’de milletvekili bulundurabileceği ihtimali olan bir parti veya kurulması mümkün olan bir parti var mıydı? PKK’nın siyasette etkili olacağı dolayısı ile o etkinin kırılması/engellenmesi gibi bir ihtimal askeri yönetim için söz konusu değildir. Onlara göre PKK zaten yurt içinde halledilmiştir. Yurt dışına kaçmış olanların da geri dönmesi seçimlere katılması veya dışarıdan yönlendirmesi o gün için mümkün değildir. Zaten % 10’luk seçim barajı Merhum Erbakan için getirilmiştir. Hatta bu durum Kenan Evren’in anılarında bile kısmen yer almıştır. Ancak matematikteki X, Y harflerinin bile Kürtlere, PKK’ya işaret ettiğini iddia edebilecek ölçüde bir akıl tutulması yaşayan PKK yöneticilerine göre, Merhum Erbakan ve partisi için getirilen bu % 10’luk baraj bile “Kürtler için” sayılmaktadır. Bu iddiaya karşılık bu konular hakkında çok şeyler okuduğunu ve konuyu etraflıca bildiğini iddia eden müsteşar Fidan ise “kesinlikle doğrudur” diyor. Acaba okuduklarını mı anlamamış, okuduklarını yanlış mı anlamış bir müsteşar örneği midir kendisi?
Hakan Fidan görüşmelerin siyasi içeriği nedeniyle kendisinin görüşmeci olarak Başbakan tarafından görevlendirildiğini iddia etmektedir. Bu elbette üzerinde durulması gereken önemli bir iddiadır. Hatta bazı bakanların Başbakan giderek hakan Fidan’ın bu tür görüşmelerde bulunmasının hükümet için bir risk oluşturduğunu ve bunun önlenmesi gerektiğini söylemişler. Başbakan ise risk alarak Hakan Fidanın görüşmelere devam etmesini istemiştir. H. Fidan PKK yöneticilerine temsil ettiği hükümetin bazı bakanlarını adeta şikayet ediyor. Ya da en azından bu konuda hükümet içinde bile uyumsuzluğun olduğunu haber vererek güya Başbakanı takdir etmiş oluyor. Hükümetin bir memuru, hükümetin bazı bakanlarını terör örgütü liderlerine bir çeşit şikayetle haber verebiliyor. Öcalan’ın adının geçtiği her seferinde ondan “sayın” veya “önderlik” diye söz ediyor. Barış görüşmeleri yapan birisi elbette karşı tarafın liderine hakaret edecek değildir, denilebilir. Mantık olarak bu görüş doğrudur. Ama barış görüşmeleri yapan birisinin, karşı tarafın liderine hakaret etmesi beklenmez bu doğru ancak övmesi, karşı tarafın jargonuyla ondan söz etmesi beklenir mi? Terör örgütü liderinden, terör örgütü taraftarlarının jargonuyla söz eden birisi nasıl Türkiye’yi, Türk halkını temsil etmiş olur? PKK temsilcileri benzei övgücü sıfatları Abdullah Gül-Tayyib Erdoğan için kullanıyor mu? Hayır kullanmıyorlar. Öcalan’ın “Kendisinin sağlık durumu oldukça iyi. Zihni fevkaladeden iyi çalışıyor. Artikülsyonları oldukça sağlıklı. Konuları karşılıklı tartıştık. Tabi verdiği cevapları sürekli siyasi tahlilden geçirerek olaylara yaklaştığı için…” diyerek, Öcalan hakkında PKK’lılara birinci elden bilgi veriyor. Öcalan’ın içerdeki durumu ise Hakan Fidan’ı çok memnun etmiştir. Şöyle ki: “Hapishanede geçen on senenin ve okumanın verdiği çok ciddi bir transforme edici gücü var. Zihinsel manada çözümleme manasında onu görüyorsunuz. Ve tabi yıllar boyu belli olayları yaşamış belli noktalara gelmiş belli dersleri çıkarmış. Şimdi bulunduğu yerden çok daha sağlıklı çok daha objektif çok daha nesnel var olan sıcak şartlardan etkilenmeyen çözümlemelere ulaşıyor. Bunu sürekli satır aralarında felsefi olarak görmek beni memnun etti.” Meğer Öcalan olayları objektif, nesnel, sağlıklı ve sıcak şartlardan da etkilenmeyen bir zihin ve bilgi donanımına sahipmiş. Öcalan’ı böyle görüyor Müsteşar H.Fidan. Bunları normalde PKK tarafının, Sabri Ok ve arkadaşlarının kendi liderlerini övmek için söylemeleri beklenir. Ama onlar liderlerini doğrudan göremediklerinden, Öcalan’ı görmekten ondaki olumlu özellikleri gözlemekten memnun olan Müsteşar Hikmet Fidan, PKK ileri gelenleri de memnun olsun diye bir çeşit haber gibi gözlemlerini aktarıyor. H. Fidan’ın bu tutumunda Türkiye’yi ve Türk halkını temsil özelliği, içeriği var mıdır?
Hikmet Fidan’ı memnun eden Öcalan’ın sahibi olduğunu gözlediği özellikler elbette bundan ibaret değildir: “Bu noktada şunu da yakından takip etmeye çalıştık belli düşünce dönüşümleri zihinsel atlamaların hangi noktadan nereye geldiğini görmek de şahsen benim düşünce olarak bulunduğum yer açısından önemliydi. Çünkü görüyorsunuz ki yüzde doksan doksan beş gelen bütün konularda birleşen bir genel çizgiye gelindi.” Görüldüğü gibi sorun % 90-95 oranında konularda birleşildiği için sorun neredeyse çözülmüştür! Sorun çözen bir Müsteşar için bundan daha memnun edici bir şey olur mu? Öcalan’ın özelliklerini ve onunla % 90-95 oranında konularda mutabık kalınmasını Müsteşar Fidan bir “değer” olarak görüyor. Öcalan’da bir değer olunca, hatta kendisi bir değer olunca onun hakkında kullanılan jargonda da ister istemez seçici olmak gerekiyor.
Meğer Öcalan’ın Türkiye vizyonu ile başbakan’ın vizyonu arasında da önemli bir yakınlık varmış H. Fidan’ın iddiasına göre: “İmralı’daki çözüm iradesini olaya iyi niyetle yaklaşımı Sayın Öcalan’ın yıllar içerisindeki oluşturduğu düşünsel evrimi ulaştığı sonuçları ulaştığı sonuçların bölgeye yönelik vizyonunun ülkeye yönelik vizyonunun yüzde doksan, doksan beş oranında kendi çizdiği vizyonla nasıl örtüştüğünü de anlattım. Bu benim kendi gözlemim entelektüel analitik yaptığım şey.” Oysa Öcalan’ın durumunu bilenler bilir ve teslim eder ki, onun vizyonu med-cezirlidir. Onun için bu gün siyah olan yarın mavi öbür gün ise kıpkırmızı olabilmektedir. H. Fidan bu yüksek entelektüel analitiği ile Öcalan’ı mı başbakan Erdoğan’ı mı övmektedir? Böyle bir entelektüel analitik, Türkiye’nin başbakanı için zül olmaz mı?
Görüşme bu içerik ve üslupla devam ederek bitiyor. Dikkat edilirse bu görüşmede Öcalan için sarf edilen sözler Reşadiye olayında yedi askerin/fidanın tabutlar içinde yolcu edildiği günlere rastlamaktadır. İşte o günlerde Türkiye’de müsteşar olan bir zata bunları söylediği gibi birde Sabri Ok’un mektubunu Öcalan’a, Öcalan’ın yazdığı mektubu ise Sabri Ok’a, Oslo’ya götürüp getirmektedir. İçerde müebbet hükümlüsü terör örgütü liderinin mektubunu götürmektedir Türkiye’nin müsteşarı. Kime götürmüştür. Sabri Ok’a. Diyarbakır Özel yetkili ağır ceza mahkemesinde görülmekte olan KCK davası iddianamesine göre ise Sabri Ok, davanın bir numaralı sanığıdır. Daha başka pek çok olaydan dolayı da aranmaktadır. Üstelik MİT’in görevi ise, yurt dışı operasyonları ile Türkiye’nin aleyhine çalışanları, arananları yakalayarak getirip mahkemeye teslim etmektir. Türkiye’nin şimdi MİT müsteşarı olan şahıs ise işte bu Sabri Ok ve Öcalan arasında mektup götürüp getirmektedir. Türkiye’de geçerli sayılan yasalara göre bunun adı, örgüt kuryeliğidir ve ağır cezalık bir suçtur.
Habur Hukuku işte budur. Yasaların suç saydığı işleri bazı vatandaşlar işlediğinde yakalanıp cezalandırılırken, aynı işleri yapan başka vatandaşların cezalandırılmayışı Hukuk devleti ilkesinin çiğnenerek, cezalandırılmayışıdır. Oysa hukukun temel kuralı hiçbir vatandaşa ayrıcalık tanınmayışıdır. Herkesin kanun önünde eşitliğidir. Hiç kimsenin dokunulmaz olmayışıdır. Herkesin yaptığının hesabını vermesidir. Herkesten hesap sorulabilmesidir. İşte bunlar yapılmadığı için Türkiye’de Habur Hukuku uygulanmaktadır. Başbakan kendisine verilen yüzde 50’lık halk desteğinin hakkını vermelidir. Hukukun herkes için geçerli olmasını sağlamalıdır. Hakan Fidan’ın bu görüşmelerdeki tutumu ile, Türkiye’yi Türk halkını küçük düşüren üslubundan dolayı, yasa dışı terör örgütü liderleri arasındaki mektupları götürüp getirmesi nedeniyle yargılanmasını temin etmelidir. Hakan Fidan “entelektüel analitiklerine” ara vermeli, istifa etmelidir. Hak etmediği görülen görevini bırakmalıdır. Daha önce o görevi yapanlardan Kuşçubaşı Eşref ve Süleyman Askeri gibi insanların hayatlarını okumalı ve yaptıkları için de utanmalıdır.