content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

18 Tem

Hafta Sonu Kabusları…

Kapitalizm kazandı! Hepimiz birer alışveriş canavarı olduk. Ve dünyaya yeni gözlerini açan çocuklarımız da ne yazık ki bu çarkın içindeler. Ne dünyanın nereye gittiğinden ne de hayatın akışından habersiz, elimizde kredi kartları, alışveriş merkezlerini tavaf ediyoruz.

Hafta sonu İstanbul’daki tüm büyük alışveriş merkezleri hınca hınç doluydu. Her kesimden insan, kıtlıktan yeni çıkmış sanabileceğiniz bir telaşla reyonlar arasında sadece birlikte olduğu kişiyle iletişim kurarak geziyordu.

Sanki mağaza, ürünler ve kendisi… Bir de yanındaki, ara sıra onay almak için o da... Diğer herkes sadece bir küsurat… Olmaması gereken varlıklar... Rahatsız ediciler üstelik. Kimse diğeriyle göz göze gelmek istemiyor gibiydi…

Bencilliğin ve hazzın resmini görmek istiyorsanız, şöyle büyük bir alışveriş merkezine uğrayın, hiçbir şey almadan sadece insanlara bakın. Gördüklerinize inanamayacaksınız!

Ortada dolaşan çocuklar, annesinin eteğine yapışmış “İllâ ki o oyuncağı istiyorum!” diye diretenler, babalarının kucağında sünmüş bebekler, kızgın kocalar... Bir an önce eve gidip maç izlemek isteyen, durmadan eşini sıkıştıran erkekler. Zorlanarak yürüyen ama yine de “Ben de buradayım ve tüketiyorum.” diyen orta yaşlılar ve biraz daha yaşlıları…Büyük bir arena gibi... “Koş-koş, al-al.” hipnozuna maruz kalmış yarı uyur gezer durumdaki insan canlıları…

Alarak mutlu olacağımız hapını yuttuğumuz günden beri bu kısır döngünün içindeyiz. Büyük umutlarla hafta sonunu bekliyoruz, hafta sonu geldiğinde alışveriş merkezlerinin güya yaşam alanı olan yerlerinde çoluk-çocuk birbirimize girerken ertesi hafta yine aynı alışveriş merkezinin yolunda buluyoruz kendimizi.

İhtiyaç gibi gösterilen şeyler bitmiyor. Özel günler, doğum günleri, o gün, bu gün, illaki alınacak bir şeyler oluyor. Sezon sonu indirimleri, sezon başı vitrin bakmaları derken, alışveriş hastalığımız günden güne ağırlaşıyor.

Sadece bakmak için bile çıkıldığında gerekli-gereksiz pek çok şey alınarak eve dönülmüş oluyor. Herkesin kendi istediğine yöneldiği, en yakınındakini bile unuttuğu alışveriş hipnozunda daha fazlasını almak için ve mutlaka alabilmek için türlü türlü bahaneler üretiliyor, kimsenin inanmadığı:

“Çok ucuz, almam lazım!”
“Arkadaşımda görmüştüm...”
‘’Seneye giyerim…’’
“Uzun zamandır bekliyordum, kendimi şımartmak istiyorum” gibi…
Para harcayarak, ihtiyaç olup olmadığını hiç irdelemeden, torba torba giysilerle eve dönülüyor.

Kimi indirimde olduğu; kimi bir alana, bir bedava olduğu söylendiği; kimisi yakıştığı için derken, dolaba tıkıştırılmak üzere bir sürü ıvır-zıvırla evin yolunu tutuyorsunuz.

Anne-babalarının yanında çekiştirilen çocuklar ise gergin alışveriş merkezlerinde bir o yana, bir bu yana koşmaya çalışken sürekli “Dur, koşma!” “Dur, dokunma!” “Kimseyle konuşma!” tarzında yönlendirmelerle akvaryumdaki balıklar gibiler.

Hatta birçok kişi akrabalarıyla evde görüşmek yerine, bir alışveriş merkezinde buluşup kahvaltı veya akşam yemeğini beraber yiyerek birbirlerini evlerine hiç çağırmadan ağırlayabiliyorlar. Sonra da hep beraber alışveriş tabi…

Alanlar için sorun yok gibi dururken, bir şey alamayanlar birbirlerine sarıyorlar sonrasında. Adam veya kadın, daha çok kazanmaya hırslanıyor, daha fazla tüketebilmek için. Her istediğini almak için…

Kapitalizm hepimizi kendisine köle yaptı. Ya da biz köle olmaya dünden hazırdık zaten. Ve yeni kölelerini de bizler yetiştiriyoruz. Çocuklarımızı her hafta sonu devasa alışveriş merkezlerine götürerek, oraları bir yaşam alanı olarak gösterdiğimiz için aldanıyoruz, aldatıyoruz.

Yaşam alanı değil; para kaybetme, ihtiyacın dışında harcama bütçeyi çökertme ve kavga etme, gerilim üretme merkezleri adeta.

Suçlu tabi ki alışveriş merkezleri değil, biziz! Bizim onlara yüklediğimiz anlam yanlış. Biz içimizdeki boşluğu, alarak doldurabileceğimizi sandığımız günden beri onlar üzerlerine düşeni reklamlar yoluyla yapıyorlar.

Otoparkı, lokantası, sineması ve göstermelik bir kitabevinden oluşan büyük bir komplekste, kredi kartlarının kredisi kadar büyük hissederek kendimizi arz-ı endam ederken bir şeyi gözden kaçırıyoruz. O da insan doğamızın satın aldıkça daha da tatminsizleşeceği. Aynen deniz suyu gibi.Deniz suyunu içtikçe susuzluğunuz daha da artar.Alışveriş çılgınlığı da aldıkça mutsuzluğumuzu ve sıkıntımızı artırıyor.

Alışveriş merkezine gezmek için gitmeyin, terapi için de, birlikte zaman geçirmek için de... Çünkü amaçlarınız bunlar olsa da alışveriş merkezleri bu amaçları gerçekleştirmek için uygun yerler değiller!
İhtiyacınız varsa alışveriş merkezine gidin. Gezmek için doğaya, bir arkadaşınıza, akrabalarınıza, açık alana, deniz kıyısına, tiyatroya, kitapçıya veya bir kütüphaneye gidebilirsiniz. İnanın çok daha iyi gelecek.

Çocukları dolaştırmak için de en kötü seçim, onları bir alışveriş merkezine götürmek. Vitrine ve birbirine dalan anne-babalar; kendi halinde çocuklar... Niyetler iyi olsa da sonuçlar ne yazık ki iyi olmuyor. Sistem doğası gereği yaşam alanı olarak kurgulansa da sentetik bir yaşama alanı ve sadece daha fazla tüketmeye yönelik.Önümüzdeki hafta sonunun kabusunuz olmaması dileklerimle..

Etiketler : , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank