Habur Hukuku
Yüksek Seçim Kurumu (YSK) 17 Nisan 2011’de aldığı bir kararla, PKK’nın partisi BDP tarafından bağımsız aday yapılan altı kişinin, aday olamayacağını ilan etti. Bu kararla birlikte Türkiye sokakları, Van’dan İstanbul’a kadar savaş alanına döndü. PKK’lılar yolları kapattı, polislere saldırdı, evleri, arabaları, dükkanları ateşe verdiler. Van’da bir banka şubesini içlerinde hamile bayanlarında olduğu müşterileri ile birlikte, İstanbul Unkapanı’nda bir PTT şubesini yine içlerinde müşterileri ile birlikte ateşe verdiler. Sınır tanımaz saldırganlıklarını bütün Türkiye’ye yaymaya çalıştılar. 20 Nisan 2011’de ise Diyarbakır’da BB Belediyesi önündeki iş makineleri ile polislere saldırarak savaş tarihine yeni örnekler ortaya koydular. Aynı gün Bismil’de bir gösterici vurularak öldürüldü. Bütün bu olayların başlangıcı ise YSK’nın altı aday hakkında aldığı skandal veto kararı olmuştur.
Hatırlanmalıdır ki, 2002 genel seçimleri öncesinde aynı YSK aldığı bir kararla AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın seçimlere katılmasını engellemiştir. Partisi % 34 oy alan Sayın Erdoğan YSK’nın akıl dışı bir kararı ile seçimlere katılamadı. O partiye oy veren % 34’lük kitle ise bir tek taşkınlık örneği göstermedi, bir tek cam bile kırılmadı.
YSK aldığı kararlar için sorumluluk duymayan, kendisini hiç kimseye karşı hesap vermek zorunda hissetmeyen bir kurumdur. Dokunulmazların oluşturduğu bir kurumdur. Aldığı kararların millete, ülkeye maliyetini asla önemsemeyen bir karar organıdır. Aldığı kararların evrensel hukuk kuralları ile ilgili olup olmaması ile hiç de ilgili olmamıştır. Çoğu kere millet vicdanını kanatan kararlar aldığı da görülmüştür.
YSK’nın 2002’de aldığı karar örneğinde de görüldüğü gibi, Türkiye’de seçim mevzuatına dayanılarak, bazen de ona uydurularak kararlar alınabilmektedir. Bu kararlar nüfusun büyük çoğunluğuna karşı, bazen % 34 oy alabilen bir partinin genel başkanına karşı bile acımasızca uygulanabilmektedir. Aynı YSK, 21 Nisan 2011’de aldığı yeni bir karar ile PKK’nın adayları için koyduğu vetoyu kaldırmıştır. Böylece Türkiye’nin büyük çoğunluğu için geçerli sayılan hukuk kuralları PKK saldırıları nedeniyle, onun adayları için geçerli sayılmamıştır. Uygulanmamıştır.
Oysa hukuk devleti olan bir ülkede bir tek hukuk uygulanır. Yasak olan bir şey, herkes için yasaktır, serbest olan bir şey de herkes için serbesttir. PKK’lıların bütün gürültü patırtılarına rağmen aldıkları en yüksek oy oranı % 6’dır. Türkiye’de nüfusun % 94’üne uygulanan hukuk kuralları, % 6’lık PKK kitlesine uygulan(a)mamaktadır. Bu durum hukukun iflasıdır. Habur Hukuku böyle bir şeydir. PKK’lı olduğunu söyleyen, pişman olmadığını söyleyen, Öcalan emrettiği için geldik diyenler, ayaklarına kadar götürülen mahkeme kararı ile Habur’da uygulanan özel bir hukukla salıverildiler. Başka bir terör örgütü üyelerine benzeri bir işlem yapılabilir miydi? Sınır kapısına kadar götürülen özel bir mahkeme ile, örgütten olmaları ile iftihar etselerdi serbest bırakılırlar mıydı? Muhtemelen bırakılamazlardı. İşte Habur Hukuku böyle bir şeydir.
YSK’nın önce 17 Nisan, sonra 21 Nisan’daki skandal kararları ile Habur Hukuku Ankara’ya kadar taşınmıştır. PKK’lılar Türkiye’deki hukuk kurallarının kendilerine karşı işletilmediğini bir kere daha görmüşlerdir. Bu durumun PKK saldırganlığını, tehditlerini arttıracağına kimse kuşku duymamalıdır. YSK, skandal kararları ile, hukukun yalnızca % 94’lük çoğunluk için bağlayıcı olduğunu, insanları PTT, Banka şubelerinde, mağazalarda ve Belediye otobüslerinde yakmak için bahane arayan PKK’lılar için geçerli olmadığını YSK göstermiş oldu. Bu karar Türkiye’nin PKK saldırganlığına teslim olmasıdır. Teslimiyet bu kez Ankara’da kararları tartışılamayan kurumlar marifetiyle gerçekleşmiştir.
12 Haziran 2011’de yapılacak seçimlerin güvenliği de şüpheli hale gelmiştir. Aldığı kararları sokak saldırıları nedeniyle uygulayamayan bir YSK’nın güvenirliliğine kim niye inanacaktır? PKK saldırılarının sınır tanımaz bir şekilde etkili olduğu bazı illerde (en çokta o illerde bağımsız adayları var) verilen oyların, daha doğrusu YSK marifetiyle ilan edilecek seçim sonuçlarına kim nasıl inanacaktır?
YSK’nın skandal kararları ile birlikte, “Kürtlere dağ yolu gösterilmiştir” gibi akıl tutulmasını gösteren yazılar ise daha çok bir telkin niteliğindedir. Kürtlerin PKK eliyle temsil edildiğinin kötü bir tekrarıdır. Oysa dünya alem bilir ki PKK, Kürtlerin tamamını temsil etmez. Edemez. Dolayısı ile PKK adayları için alınmış kararların doğruluğu/yanlışlığı bir yana, Kürtler için/Kürtlerin aleyhine alınmış kararlar diye gösterilmesi açıkça bir kışkırtmadır.
Anayasa değişikliği referandumu gibi oylamalarda, sandığa giden Kürt seçmenler değişikliğe evet der korkusu ile, silahla onları tehdit eden, yollarına barikatlar kuran PKK’lılar, zora düşünce, adayları veto edilince “AKP buna engel olmuyor” diye feryat etmektedir. Oysa bu durum her şeyden önce iki yüzlülüktür, riyakarlıktır. Anayasa değişikliği gibi çok hayati oylamalarda derin güçlerle aynı çizgide olanlar sıkışınca bunu bile AKP’ye saldırının bahanesine dönüştürmektedirler.
PKK’lılar için alınmış kararların, Kürtler için alınan kararlar olarak takdim edilmesi her şeyden önce, PKK’yı reddeden, onu reddettiği için büyük bedeller ödeyen Kürtlere karşı bir büyük saygısızlıktır. PKK’lı olmayan Kürtlerin yok sayılmasıdır. Kürt olan herkesin zorla PKK’lı kabul edilmesidir. PKK’lı olmayan Kürtlerin iradelerine de ipotek konulmasıdır. Habur Hukukunun Ankara’ya kadar taşınması, Kürtlerin iradeleri üzerine konulmaya çalışılan ipoteği kuvvetlendirmiştir.