Günümüz Aydınının Sadeleştirme Kültürü ve Argo
Her dilin kendine has özellikleri vardır. Bu sebeple tercüme edilecek eser sadece kelime bilmekle olmaz. Hangi dilden tercüme edilecekse mütercimin her iki dilin inceliklerine vakıf olması gibi; o millete ait umumi ve hususi bilgilere de sahip olması lazımdır.
Çeviriler akademik eserlerde diğerlerine göre daha başarılı olur. Çünkü ilmi çalışmaların temel esasları vardır. Ancak edebi eserler tercüme ederken durum farklılaşır. Mesela bir hikâyeyi ve romanı tercüme etmek sadece sözlük bilgisiyle olmaz. Bizzat anlatılan konunun içinde olmak lazımdır.
Elbette cinayet konulu bir kitabı tercüme ederken adam öldürmek gerekmez. Ancak her toplumda cinayet işleme sebepleri farklı olabilir. Her cümle dünyanı her ülkesinde aynı anlaşılmaz. Her topluluğun hassas olduğu konular vardır. Bütün bunları göz ardı ettiğinizde sadece lügate göre tercüme etmiş olursunuz.
Dilden dile olan tercümelerde dikkat edilecek hususlar arasında zaman mefhumunu da göz ardı etmemek lazım. On altıcı yüzyılda bir kitabı o günün Türkçesinden başka bir dile çevirirken “Ülkede elektrik yoktu” gibi bir yorum yapılamaz. Her devrin kendine has özellikleri göz ardı etmemek lazımdır.
Bırakın tercümeyi aynı dilde yazılmış eserleri okuyamaz hale gelmeye başlayınca bir sadeleştirme furyası başladı. Doğrudan doğruya yazarın eserine müdahale olan bu durumun ilmi ve ahlaki boyutunu bir kenara bırakacak olsak dahi emeğine saygı duymak gerekmektedir.
Yazar günün ifadeleri ile dilin bütün imkânlarını kullanıp, bir eser vücuda getirmiş, siz tutmuş günümüz insanı anlamıyor diye sadeleştirme gibi bir ucube kavram geliştirip o kadar emeğe fiilen müdahale etmişsiniz. Yani başka bir ifadeyle “ Ey yazar! Okuyucunun kültürü ve bilgisi senin yazdıklarını anlayacak kadar değil. Biz günümüzde o derece gelişmiş bir dili kavratacak eğitim de veremiyoruz. Zaten ben de bin bir güçlükle anladım. Onun için senin yazdığın esere doğrudan müdahale ederek, okuyucuya rağmen okuyucun anlama haklarını korumaya çalışıyorum. Bu devir insanlarının çoğu cahildir. Ben senin eserini değiştirirsem ancak anlarlar” demeğe getiriyor.
Yahu kitap okuma ile film seyretme arasında çok fark var. Edebiyatta ‘üslup’ diye bir şey var. Siz o cümleyi değiştirirseniz ne manası kalır. Bırak herkes olduğu gibi okusun. Anlarsa anlamaz anlamazsa çok istiyorsa anlamaya çalışır. Hiçbir şey bilmiyorsa günümüz şairlerinin yazdığı şiirler misali;
Yaprak yeşil, kar beyaz
Sen yanıma gel biraz gibi son derece anlaşılır cümlelerle yazarlar. Millet de gönül rahatlığı içinde anlar.
Geçenlerde Ahmet Mithat’ın bir kitabını gördüm. Sanırım sadeleştirmişler. Kitabın bir yerinde “ Bir yamukluğunu görmemiş” gibi bir cümle vardı. Sanırım Ahmet Mithat bu ‘yamukluk’ kelimesi bilmez. Zaten ‘Yamulma’ işi altmışlardan sonra çıktı. Kitabı sadeleştiren kişi hangi kelimeyi sadeleştirdi, kelimenin aslı nedir bilmem ama bildiğim şu ki, yerine kıyacak düzgün bir kelime bulamamış olacak ki kendi yetişme kültürüne daha yakın olan bu kelimeyi kullanarak, eseri de bir hayli ‘yamultmuş.’
Tabi bu kadar ‘şey olmadan’ sonra etrafta da o kadar düzgün olmayan “Eser namıyla maruf” garabetler peydahlanmıştır.
Etmeyin! Kimsenin bir eseri ‘şey etmeye’ hakkı yok
Olduğu gibi kalsın.
Anlayan anlıyor zaten…
Bizim insanımız neden kendi özünden üretim yapmıyor anlamak mümkün değil. Ya okuduğunu anlamıyor. Ya içinde hamur yapıp mayalayıp özümleyemiyor. Ya da tembelliğinden çalıp çırpmak hoşuna gidiyor. Günümüzde en kolay ve moda olanı da bu herhalde.
Mart 13th, 2011 at 12:17Cahil insan yazısını argoyla süsler.
Mart 13th, 2011 at 12:18