Günlük – Zeynep’i Kodlamak
Hazır, tatil olmuşken ben de yazı yazmaya ağırlık verdim. Öte yandan, televizyonlardı, gazetelerdi, ve hatta günlük hayatlarımızdı... ve içlerinde sürekli katliamlar, kanlar, IŞİDler, cemaatler, kirli siyasetlerdi derken; otomatik ve görünmez birtakım tahammül kodları devreye giriyor ve en çok rahat düşünebileceğimiz bir yere atıyor bizi. Yani derleyip toparlama isteğine dönüşüyor bu kafamızda yaratılan karmaşa.
Normal bir vatandaş olarak benim de siyasiyi yorumlarım oluyor. Fakat şu manzarada ben bir şey daha görüyorum ki; “haklı veya haksız” tartışmalarına girmeden meselelere baktığımızda çok fazla siyasete kapılmak, doğru şeyler söylesek bile, hep başka çıkar guruplarının işine yarıyor. Sen “haklıyım” diye “haksız” ın karşısında dursan bile bu “haksız” olana daha çok yarayabiliyor. Neden ve nasıl böyle olduğu konusuna girmeyeceğim. Bir gerçek daha var ki esas “faydalı” işlerden bizi uzak tutuyor böyle (güya) “siyasi” duruşlar.
Gündemler, siyasetler vs.ler ilke ve yapıtaşları üzerinde düşünmekten alıkoyuyor bizi.
Etrafımda, farkında olmadan farklı mafyatik yapılara veya siyasi temelsiz gençlik kollarına bile hayranlık duyan gençler gördüğümde bu durumların sebeplerini, kökenlerini inceleme gereği duyuyorum. Ve elbette ki kendi hayatımın içinden örnekleri incelemek en mantıklısı oluyor.
Sivas'taki zorunlu hizmetimden sonra memlekete döneyim diye düşünmüştüm. Tayin Atama dönemi geldiğinde Tokat'ta boş yerler armaya başladım. Ben bir meslek lisesi öğretmeniydim fakat Tokat'ın hiçbir ilçesinde, Erbaa hariç, bilgisayar öğretmeni açığı olan meslek lisesi yoktu. Ben de mecburen Tokat'ta bir ilköğretime tayinimi istedim. Bilişim formatörü olarak ilköğretimde çalışmaya başladım. Sonuçta, “yabancı” bir yer değil, memleketimdi benim.
Tesadüf, orada göreve başladığım yıl(2008) ilköğretimlerin bütün sınıflarına bilişim dersleri koyulmuş bakanlık tarafından. 1,2,3,4,5,6,7,8. Bu durumu çok yıllık sınıf öğretmeni arkadaşlarla değerlendirmiştik. İlk yaptığımız değerlendirme şuydu: birinci kademeye bilişim dersleri koymak sakıncalıdır. Bunu da şuna dayandırmıştık: bir çocuk en az 10 yaşına kadar mümkün olduğunca doğal ortamlarda bulunmalıdır. İlköğretim'in İkinci kademesinde yani 6.,7.,8.sınıflarında ders saati sayısı fazla olmamak koşuluyla bilişim dersleri olabilir.
Birinci kademe (1,2,3,4,5) öğrencileri ile ders yapmak bir açıdan zor bir açıdan kolaydı. Kolaydı; çünkü anlatılması-işlenmesi zor dersler (programlama dersleri gibi..) yoktu. Basit donanım konuları, yazı çizi gibi basit konular. Zordu; çünkü her ne konu olursa olsun sanal konulardı. Bu önemli değildi. İlköğretim öğrencilerini zaptetmek zordu. Hiç olmadık bir zamanda ani bir hareketle bilgisayarlara zarar verebiliyorlardı. Ve çoğunun, el büyüklükleri fareyi tutmayacak kadar küçüktü. Özellikle 1,2,3'ler.
Öyleydi böyleydi derken, bir zaman geçti, 1,2,3, 4 ve 5'lerle bilgisayarda resim yapma konularına geldik. Fakat yine de hoşuma gitmeyen bir şeyler vardı. Bilgisayarda resim yapmayı seviyorlardı fakat bu nihayetinde gerçek bir şey değildi.
Meslek liselerinin ağır programlarından “hafif” derslere geçince bir süre sonra canım sıkılmaya başladı. Ben de, hem derste hem ders dışında öğrenciler için bir iki faaliyet düşündüm. Sürekli devam eden faaliyetler. Bu faaliyetlerden, bence, en önemlisi, kağıt üzerine çizilen resimler yapmaktı.
Epeyce bir süre, resim yapma faaliyetlerine devam ettik. Mesela şunu yapıyorduk: bir resim konusu veriyordum ders içinde veya ders dışında. İstedikleri zaman da yanıma gelebiliyorlardı. Resim yapanlara küçük hediyeler veriyordum. Kalem, defter, boya vb şeyler. Maddi açıdan bana dokunan şeyler değildi bunlar. Fakat sadece bu tür ödüllerle yetinmiyordum, laboratuvarda masamın arkasındaki duvara bu resimleri asıyordum. Diğer duvarlara da tabii ki asıyordum resimleri fakat en çok arkamdaki duvara asıyordum, asmaya çalışıyordum.
Zamanım bol olduğu için ben de bazen onların gözü önünde resimler yapıyordum. Öğrenciler benim resimlerimi gördükten sonra, bir de kendi resimlerinin arka duvarda başımın üstünde yer aldığını gördüklerinde mutlu oluyorlardı. “(Onlara göre güzel -)resim yapan bir insan-öğretmen- bizim resimlerimizi başının üstüne asıyor.” Aylarca dururdu her resimleri.
Bu, kodlamaktır. Bir insanı kodlamak. Yapabileceği şeylere kodlamak. Özgüveni kodlamak.
2.sınıflardan bir Zeynep vardı. O da tabii ki resim yapardı ve getirirdi diğer öğrenciler gibi. Fakat Zeynep'te farklı bir şey vardı. Hani ne derler, büyümüş de küçülmüş. Teneffüs olur, Zeynep elinde resim yaptığı kağıdı büyük bir dikkatle tutarak getirir, masamın üzerine koyar, büyük bir insanı arkasında saklayan gözleriyle bana bakar, ne söyleyeceğimi beklerdi. Ona biraz daha dikkatli konuşmaya çalışırdım. “Şunu şöyle de yapsak olur mu?” derdi. (ki aslında önerileri var fakat saygısından söylemiyor ilkin) “Biraz daha az mı yeşil kullansaydım öytmenim? “ Yani, bu çocuk benim takdirimi istediği kadar da kendinden emin. Yarı yarıya paylaşmışız takdir'i. O zaten kendini takdir edebiliyor.
Birgün, dersin birinde dağ resimleri çizmelerini istedim. Kendimce, amacım; biraz uzaklara bakıp, uzaklardan kendi evlerine kadar olan şeylerin arasında kalan şeyleri de görmelerini sağlamaktı. Boyut kavramını da biraz eşelesinler istiyordum.
Ertesi günü teker teker belirmeye başladılar tenefüslerde. Çoğu çizmiş, boyamış.. normal dağlar tepeler. Özenmişler. Öğrencilerin hepsi, Zeynep hariç, benzer şekillerde yapmışlar dağları, tepeleri,evlerini,yolları. Zeynep de lav, patlamalar, sarılar, turuncular çizmiş, boyamış...
Bunlar nedir Zeynep? Yanaydağ, lav, orman.. Fakat burada(Tokat'ta) yanardağ yok ki Zeynep? “İçimden böyle geldi öytmenim,” dedi. “Okul şu, evimiz de şu...” Lavlardan tavuklar bile kaçıyormuş..
Mutlaka ki bir yerlerde gördü yanardağı; televizyonda mesela. Fakat senaryo kuruyordu. Büyümüş de küçülmüş.
5.sınıflardan da Turan adlı çocuk vardı. Bu çocuk da büyümüş de küçülmüşlerden. Zeynep'ten bir farkı vardı: teknik çizimler konusunda iyiydi. Ona mümkün olduğunca çok soru sorardım. Fikrini sorardım. Meslek liselerinden çokça bahsettim ona. Meslek lisesine git, demedim hiç.
Kodlama modlama derken, bir “insanı kodlamak” deyimi kulağa pek mekanik pek teknolojik geliyor olabilir fakat yapabileceği şeylere ve de en önemlisi özgüvene kodlamak demekle insan yönünü de anlatmaya çalışıyorum.
O okulda aslında ben mesleğimi tam icra edemedim, müfredattan dolayı fakat bir bilgisayarcı olarak en iyi kodlamalarımı orada yaptım. O laboratuvardan bir video. Resimler başımın üstünde.