Günlük – Sev ki Sevesin
İnsan kendinde dolaşmalı ki yerini yurdunu bellesin. Sonra kendinden, kendinden insanlara baksın. İnsanın kendinde dolaşması, yerini yurdunu bilmesi, kimleri misafir edeceği konusunda ona fikirler de verir.
Patika bir yoldan yürüyorsunuz sıra tepelerde. Eğlenip, her zaman yaşadığınız yere başka bir açıdan bakıyorsunuz. Turhal-Amasya yolunda böyle bir tarifle girdiğim yere benzeyen bir yer vardı.Yirminci kilometrede. Bir tali yola sapıyorsunuz; iki yüz metre ya var ya yok, bir mesafeyi geçiyorsunuz. Ağaçlıklı bir tepenin eteklerinde zor farkedilen bir patika başlangıcı görüyorsunuz. Yukarı doğru çıkmaya başlıyorsunuz. Sağlı sollu ağaçlar var;diplerine yakın türlü renk çiğdemler. Hemen dikleşiyor patika. Ayaklarınızın zorlanmasını bile seviyorsunuz. Bulutlar tepenin ucuna çok yakın. Bulutlara merdiven gibi de patika. O patika üzerinde bir yerde duruyorsunuz. Kimse yok.
İnsanın kendinde dolaşması böyle bir şey aslında. Başlangıcı bile zor farkedilen bir patika. Sonra oraya sapmak. Önünüze hep ağaçların, çiçeklerin çıkmasını beklerken elinizi uzatsanız tutacakmışsınız gibi duran bulutlar. Kendinde dolaşmak böyle bir şey. Yerdeyken göktesiniz birden. Konuşma ihtiyacı hissetmiyorsunuz hiç. Konuşmamak. Konuşmak neye yarar ki.Konuşmamak bir ilim.
Kadın-erkek ilişkilerinde “ihtiyaç” kelimesi çok fazla çeşitli şeyi ifade ediyor. “Sevgi” denen şey .. bu bir ihtiyaçtır. Anladığım kadarıyla, bu ihtiyaç kelimesi en çok, karşı tarafı sevmek diye bilindiği halde aslında sevilmek ihtiyacı anlamına geliyor. Yani,örneğin, kişikızına sorduğunuzda; “Mahmut'u seviyor musun?” diye, evet , seviyorum dendiğinde, işin aslı, Mahmut'un sevmesinin sevilmesi olabiliyor. Mahmure için de geçerli bu. Etrafımda en çok gözlemlediğim, ve tabii kendi yaşantılarımda da gözlemlediğim, bu. Diğer sevgi türlerinde de benzer mekanizmalar geçerli.
Fakat bu, kadın-erkek ilişkilerinde bir özellik-bir öğe daha, dikkat çeker. Bir bebeğin en mutlu-huzurlu olduğu yerden, yani rahimden çıkış anı bir insanın; hayatın, yaşanıp yaşanabileceği en büyük mutluluk anıdır. Çünkü doğum anında iki şey aynı anda vardır. Hem o hatırlanan, rahimdeki mutluluk hem de yine o anda o mutluluk kadar duyumsanan özlem. Özlem vardır çünkü rahimden kopulmuştur. Rahimden kopulmuştur fakat rahimdeki mutluluk yaşanıyormuş gibi hala da vardır. Bu iki şey, rahimdeki hal ve onun kadar güçlü özlem, ikisi bir, iki katı büyüklükte haz yaşatır insana o an. Dünyaya ilk adım atışta, bir kodlamadır bu. Temel kodlar. İnsan böyle birşeyi unutmaz;sadece unuttuğunu zanneder.
Fakat sonuçta, artık yeni bir iç dünyası olan bir insan diğer insanların arasına karışmıştır. Fakat hep o iki bileşenli haz kodlarıyla temellenmiş. Karmaşaya düşer insan. Ayrı bir dünyadır kendisi fakat, içeride midir dışarıda mıdır? Rahim konutunu arzular.. fakat yarımlıktır Rahim. Özlem'e tutunur bazen çünkü o da en az rahim konuşluğu kadar haz verir...fakat yine bir yarımlıktır bu. Doğuş anı kadar hiçbir şey haz veremez ona. Ki doğum anı da bir tuhaf uzak diyar olmuştur artık.
Diyar diyar gezmemiz bu yüzden. Yine de en çok biz benzeriz bize. Kendimize uzak kalmamamız gerekliliği bundandır. En yakın yerdir kendimiz doğduğumuz rahime.
Kişinin kendinde dolaşması, kendi patikalarını bulması... Fakat Bir şey daha var: yürüdüğünüz bu kendinden yolda her şey de bir devinim-sürekli canlanış içinde. Yürüyen kişi yürüdüğü patikada kendini unutuyor gibi olsa da, ki konuşmak da neymiş demiştik demin, bu bir çeşit ölü olmak anlamına da gelmiyor. Ölüm, Olum'a çok yakın. İç içe.
Sevmek; şematik olarak açıklayacak olursak, bir nesnenin başka bir nesneye bakışını sevmektir. Bu kuru tanımı biraz daha açacak olursak ; sevmek, bir insanın başka bir şeye bakışını sevmektir esasında.
Kendimden baktığımda, konuşmak neye yarar ve neye gerek. Kendinden baktığında, konuşman neye yarar ve neye gerek. Kendim tepesinden kendin tepesine bir patika; bulutların içinden, çiğdemlerin arasında geçen. Bir patika sen geçmişsin ben geçmişim çiğdemmişim bulutmuşum; konuşmak neye yarar?