“Gülüşün gülden güzel, sevdim gönülden güzel.” Böyle başlıyor bir türküsüne Neşet Ertaş. Ve devam ediyor:
“Canım asılı kaldı, zülfün teline güzel.”
Hem çalıp, hem söylüyor. Ona “Bozkırın tezenesi” unvanını verenler hiç de abartmamışlar. Milletin “His coğrafyasını” sazıyla çizip; “Gönül tarihini” sözüyle yazan büyük usta.
Bu gün yani bir 25 Eylül günü sazı sustu belki ama sözü çoğaldı. O artık tarihteki yerini çoktan aldı.
Bu yazıyı bize 'O' yazdıracak. Yoksa biz onu nasıl yazacağımızı nereden bileceğiz?
Neresinden başlasan bir yanı noksan kalacak biliyor. Bu noksanlık ondan değil elbet. Şimdi onun telinden ve dilinden bizlere ulaşmış türkülerinden birkaç mısra yazacağız.
Bazen iki güzelliği birbirinden ayırt edememiş türkülerinde. “Bülbül gül aşkına düşmüş dillere/ Baharda gül; gül, baharda ne güzel” derken ne kadar çok şey anlatmış. Sadece bu mısralar bile uzun bir yazının mevzuu olabilir.
Hem 'gül'ün güzelliğini, hem de 'bahar'ın coşkusunu bir arada hissediyorsunuz. Bülbülün 'gül' aşkına 'dillere' düşmesi ise anlatılacak bir şey değil. Sevilen biri için dile düşmeyi bile göze almak ne içli bir his…
Peki “Benim gülüm soldu güller içinde” nasıl bir şanssızlığı izah ediyor? Ve bu karamsarlıkları dile getiren mısralardan birisi de “Uyku girmez gözüne/ Gönlü viran olanın” söyleyişidir ki ancak Neşet Ertaş söyler.
Bazen çare ararcasına “Derde derman vereni bul” derken; “Gözlerin derde çare” diyor hayali Leyla'sına… Devam ediyor “ Ancak sen merhem olun/ gönlümün yarasına” diyerek tespitte bulunuyor. Ve arzusunu “Şu benim garip gönlüm/Yâre kavuşmak ister” şeklinde dillendiriyor.
Gönül bu; neyi ister, neyi istemez bilinmez. İşte Ustamız “Gönüle yârini bulduramadım/ Baharım güz oldu, yazım kış oldu.” İfadeleri gönlün nasıl “viran” olduğunu en veciz şekilde izah ediyor.
İlaç, ah ilaç! Hele de gönül ilacı… “Sendedir derdim ilacı/ Himmet eyle ver sevdiğim” derken “His coğrafyamızın” görünmeyen bir derdine parmak basıyor.
Usta bazen de mistik bir hava bürünüyor. “ Ben yandım aşkın narına/ Meyletmem dünya malına” derken fani bedenlerin geçici olduğunu belirtiyor. Yine de sevilenin yanında olmasa bile ondan bir emarenin de yanında olması istemektedir: “Bir hatıra ver bana/Zülfün telinden yârim”.
Bir yazıya Neşet Ertaş gibi bir ustayı sığdırmak kolay mı? Şimdi onun türkülerinden bazı sözleri sıralayalım. Aslında bu türküleri ne zaman kulak ile değil de gönül ile dinlemesini öğrenirsek her türlü anlaşmazlıkların ve kavgaların asgariye inmesi muhtemeldir.
Sözü Neşet Ertaş'a bırakıyoruz:
“Senin zülfün benim telimi değil mi”, “Gönülden gönüle yol gizli gizli”, “Güzel kokuyu neyler” , “Başka tabib istemem/Sensin gönlüme çare”, “Ay gibi yüzler sende/Tükenmez sözler bende”, “Ben seni senin gözünden/Sakınırım kıskanırım”, “Geç buldum tez yitirdim/ Oldum düş görmüş gibi.” Vs.
Ve yüzlerce mısra çıkarabilirsiniz. Sivas türküsü olmasına rağmen “Mühür gözlüm” neşet Ertaş'la tanınan, “Zahide” Neşet Ertaş'la bütünleşen türkülerdendir. Hele “Gönül dağı” nerdeyse Neşet Ertaş'ın kimliği oldu. Hani şu “Gönülden gönüle yol gizli gizli” diye sözleri olan…
Düzgün yaşadı, düzgün vefat etti. O Kırşehir'i tek başına temsil etti. “Eğer anan seni bana verirse/ nemize yetmiyor el kadar hasır” diyecek kadar sevdiği ile beraber olduktan sonra dünya malında göze olmayan biriydi. O bir Kırşehirli ve bu milletin gönül tarihini yazan kişilerden biri. Ne demiş Kırşehir için: “Yaktı bu bağrımı 'bir'in Kırşehir…”
O 'bir' kimdir, bilinmez. Belki de bu bu sözlerin tamamını yazdırandır. Kim bile bilir.
Ahh 'bir' ah!
“Gülüşün gülden güzel...”