Gülmek Yaşamaksa Bu Ülkede Pek Yaşayan Yok
-Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce köyün mezarlığına girdi. Çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduğuna inanıyordu. Gözleri birden mezar taşlarının üzerindeki sayılara
takıldı. Mezar taşlarında 5, 867, 900, 20003, 4979, 7, 421 gibi birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan sayılar yazıyordu. Uzun uzun düşündü, fakat bu sayıların anlamını bir türlü çözemedi. Köyün en bilge kişisine gitti, sordu; “Nedir bu sayıların sırrı Allah aşkına?” dedi. “Bu sayıların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?”
Gülümsedi bilge kişi; “Bizler bebeklerimiz doğduğu zaman, bellerine bir ip bağlarız. Yaşamı boyunca her güldüğü an, o ipe bir düğüm atarız. Öldükten sonra o düğümleri sayar, düğümün sayısını yazarız mezar taşına.” Bilge kişi karşısındakinin hiçbir şey anlamadığını görünce açıklamasını sürdürdü; “Böylece onun ne kadar yaşamış olduğunu anlarız.”-
Bu kısa yaşanmış öyküyü duyduğumda bir an durup düşündüm. Acaba böyle bir gelenek bizim yaşadığımız topraklarda olsaydı mezar taşlarına yazılan sayılar ne olurdu diye. Sonra kendim cevapladım soruyu yine. Çünkü bu topraklarda gözlerini dünyaya açanlarının çoğunun kaderi hemen hemen birbirine benzerdi ve çoğu bir kere bile doyasıya gülemeden çekip gidiyordu bu dünyadan.
Yoksulluk, hele de beyin yoksulluğu, acı, zevksizlik, kendi anadilini bile doğru dürüst yazıp çizememek, ezilmek, horlanmak, kandırılmak girdabında gelip geçer ömürlerimiz bu topraklarda. Çoğu güzellikleri yaşayamadan göçüp gideriz.
Milyonlarca insanımız hayatı boyunca bir kitap bile okumadan, farklı bir yaşamı tanımadan teslim ediyor ruhunu. Korkusuzca, içten gelen kahkahaları atamadan veriyor son nefesini. Devletin karşısında tümüyle savunmasız, yarınından endişelidir çoğu insanımız.
Şöyle bir akşam vakti hareketli bir caddede, deniz kenarında, salaş bir meyhanede sevdikleriyle hayatı ve kendilerini konuşmadan konuşamadan göçüp giderler. Yoksulluk bir gölge gibi sürekli takip eder onları, gittikleri her yerde adım adım. Çaresizlik diz boyudur bu topraklarda. Hükümetler de çare olmaz, belki de olmak istemez bu topraklarda.
Beyin yoksulu olarak yaşamak zorunda bırakılan milyonlar, sırtlarını dönerler sanata, sanatçıya. Bir şeyi yaratmanın nasıl bir süreç olduğunu bilmez bizim insanımız. Milyonlarca anne, baba asla anlayamaz çocuğunun neden ressam, edebiyatçı, müzisyen olmak istediğini. Çünkü bu ülkede sanata tükürenler vardır.
Daha çok küçük yaşlarda yalan hayatın bir gerçeği olarak sokulur maalesef çocukların hayatına. Ve hayat yalansız yaşanamaz hale gelirler büyüdükçe çocuklar. Kadın erkeği elinde tutabilmek için hileye, erkek kadını elinde tutabilmek için güce ve paranın kudretine başvurur. Böylece birliktelikler bile adi birer şirkete dönüşür bu ülkede.
Kendisini tanıma zahmetine katlanamayan insanımız, zamanla ustalaşır tanımadığı başkalarının hayatını karartma sanatında. Beyin zenginliği, ruh güzelliği ve kendine güvenin yerini markalar ve para alır bu topraklarda.
Yeteneklerinin geliştirilmesine izin verilmeyen milyonlar, akılları yerine daha çok dürtüleriyle olaylara tavır alıp sayısız dramların kahramanı olup çıkıverirler. Hayatın nasıl yaşanması gerektiği öğretilmediği için, ölüm korkusuyla geçer yaşamları. Bu korku yüzünden de hata üstüne hata yaparlar.
Durum böyle olunca da birkaç akıllıya kalır meydan. Ortamı nasıl kullanabileceğini bilenlere kalır. Ve o insanlar milyonları yoksulluğa mahkum ederler bu topraklarda. Böylece de milyonlar sefalet içinde bir kere bile gülemeden sonlandırırlar yaşamlarını. Yani o köyün bilgesinin deyimiyle hiç yaşamadan ölürler. Yani gülmek yaşamaksa bu ülkede milyonlar yaşamadan ölürler.