26 Ara
Zannedilenin aksine ilk günden bu yana, Hükümet ile bu yapı arasında bir hedef birliği yoktu. Gülen, Erbakan hocayı ve onun talebelerini hiçbir zaman sevmedi. Bilakis nefret etti. Milli Görüş’ün içinde çeşitli kademelerde 30 yıla yakın görev almış Erdoğan’la, ortak paydaları söz konusu olamazdı.
Yeni Türkiye’nin inşasında kaçınılmazlaşmadıkça kimseyle çatışmak istemeyen Erdoğan, bu oluşumla da iyi geçinmeyi tercih etti. Pazarlık sonucu olsa gerek, istemeyerek de olsa iş tuttu.
Her ne kadar Gülen Hareketi’nin sözcülerinden biri olan Hüseyin Gülerce, ayrışma ‘Mavi Marmara’ sürecinde başladı dese de, zıtlaşmanın emarelerini ‘One minute’ kadar götürmek gerek.
Gülencilerin kadrolar konusunda doymak bilmez iştahı, Erdoğan’ı rahatsız ediyor, bürokraside de ciddi kavgalara yol açıyordu.
Erdoğan diğer cemaat mensuplarına da yer verirken, Gülenciler bundan son derece rahatsızdılar. Zira Gülencilerin, Türkiye ya da dünyada herhangi bir İslamî yapı ile hiçbir güçlü ilişkisi de olmadı.
Özellikle KCK, Başbuğ davası, MİT krizi ve Oslo görüşmeleriyle makas iyiden iyiye açılmakla kalmadı, tümüyle koptu. Gülen Hareketi’nin arka bahçesi, altyapısı hatta genç devşirme merkezi ve de ciddi gelir elde etme kaynaklarından biri olan dershanelerin kapatılması fikri, grubun şirazeden çıkması için yetti de arttı.
Dershaneleri kapatma fikrinin bunları çıldırtacağını Erdoğan bilmiyor muydu? Elbette en az onlar kadar biliyordu.
Fakat bir başka şey daha biliyordu Başbakan. Oda, kimseyle hiçbir şeyi paylaşmak istemeyen Gülen’in ‘Yeni Türkiye’nin önündeki en büyük engellerden biri olabileceğiydi.
Devletin içinde devlet olma girişimi, son on yılın ürünü olmasa da, son on yılda iyiden iyiye kök salmasına yol açmıştı ve Erdoğan iktidarını da tehdit eder duruma gelmişti.
Devletin, (adına ne derseniz deyin) Güneydoğu veya Kürt sorunu çözme iradesi, hem Gülen’in, hem de Gülen’in ilişkide olduğu (kimilerine göre esiri bulunduğu) yapıların hiç hoşuna gitmemişti.
Kurucu Paşa döneminde, Kürtlere yönelik başlayan zulüm, bu ülkeye maddi ve manevi çok şey kaybettirmiş ve de büyük bir yük olmuştu. Zulmü tümüyle bitirmek için var gücüyle mücadele eden Erdoğan’ın, bazı çevreleri rahatsız etmesi de normaldi.
Türkiye’nin güvenliği için olmasa da, enerjilerinin güvenliği için bu adımı destekleyen güçlerde yok değildi. Kimimiz finansal gücün sadece Siyonistlere ait olduğunu zanneder. Bu 20 yıl öncesine kadar doğruydu.
Artık, Siyonist/satanistlerden bıkmış olan o güçle başa baş durumda bir güç daha var. Kaliforniya’yı üst seçmiş olanlarla, New York merkezli olanlar arasındaki bu mücadelede denge, özellikle Obama iktidarıyla birlikte sağlandı.
Kimse Türkiye gibi, yükselen bir güçle açık kavganın içinde olmak istemez. Buna, ABD’nin Obama cenahı, Almanya, Fransa, İngiltere, Çin hatta Rusya dâhil. Erdoğan’ın daha en az 10 yıl Türkiye’nin başında olacağını herkesten çok onlar görüyor. Kartlarını da buna göre karıyorlar.
Her ne kadar çıkarlarına yönelik kaçınılmaz hamleler yapmak zorunda olsalar da, bu gerçeğe aykırı net tavır da koy(a)mazlar. Herkes görüyor ki, Türkiye, son iki yüz yılda olmadığı kadar kilit bir role sahip artık. Bu yeni güçle kimse açıktan savaşmak istemez.
Fakat zaman zaman (özellikle Toshihiko Izutsu’nun tabiriyle “doymak bilmez haram yiyiciler” yani) Siyonistler, dün PKK ile iş tuttukları gibi, şimdi Devsol ya da başka odaklarla iş tutabilirler.
Kendisi açısından acı da olsa son gelişmeler, Gülen’in tasfiye edileceğini göremediğini gösteriyor ki, bunun iki nedeni olabilir.
İlki: Hedeflerine adım adım ilerlediğini düşünen Gülen’in yükselen egosu ve ihtirasları, muhtemelen gelişmeleri görmesini engelledi. Bu nedenle basiretsiz hareketler etti.
İkincisi ise Yeni Türkiye’nin önünde engel olacak olan bu yapının tasfiye edilmesi için üst üste hatalar yapması sağlandı. Bugüne kadar kendilerinin yürüttüğü operasyonun kendilerine yönelmesi ihtimalinde ‘hoşgörü’den nasıl vazgeçeceği hem tabanına, hem de geniş kitlelere gösterildi.
Yoksa normal bir adam “elimde kaset” diye nasıl bağırır? Bütün bir milletin ardında olan iktidara ve özellikle de tasfiye siyasetini çok iyi öğrenmiş biri olan Erdoğan’a karşı nasıl bu kadar ‘cüretkâr beddua’ edebilir? Bu normal mi sizce?
Hıristiyan Siyonist neoconlar ve İsrail devlet ya da lobisinin desteklediği anlaşılan, üstelik milli bir bankanın iflasına kadar gidebilecek tehlikeli bir hamleyi, ‘akıl tutulması’ olmadan bir ‘vaiz’ nasıl yapabilir?
Küresel yapılar, taban hatta tavanın bile haberi olmaksızın dünyanın her yerinde liderleri ya da liderlere sadık gibi gözüken insanları, emellerini gerçekleştirmek için kullanabilir. Kininiz basiretinizi bağlarsa, altınızdaki adamlar sizi de kirli emellerine alet edip, tasfiye edilmenizi sağlayabilirler.
Herkes bilir ki, artık ihtiyaç değilseniz, ya da sizden daha uygun biri varsa, yahut da deşifre olmanız onlar için tehdit olacaksa, bir de bakmışsınız harcayıvermişler… Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu. Neler olacağını görmek için çok beklemeyeceğiz galiba!
Allah (c.c.) hiçbirimizi ‘sırat-ı müstakim’den ayırmasın! Âmin!
Etiketler : Galiba Gülen Hareketi, Gülen, said-i nursi