Bu yapılardan istikameti doğru olanlar olduğu gibi, mehdiliğini veya peygamberliğini ilan edecek kadar şirazeden çıkanlarda mevcut.
Sadece kendilerini hak kabul eden, cennet vaatlerinin havada uçuştuğu ve de büyük paraların konuşulduğu ıslaha muhtaç yapıl
anmalarla karşı karşıyayız.
Bunların iyileştirilmesi ancak insanların bilgi eksikliğini gidermekle mümkünse de, günümüzdeki örnekler çoğu kez bunun da yeterli olmadığını gösteriyor. Halk arasındaki anlamında olmasa bile ‘büyü’ ve de ‘hipnoz’ bu yapılarda kullanılan tekniklerden...
Bedava hayat sürenlerin kolay yoldan cennete gitme arzuları, tuzaklara düşmelerine yol açtığı gibi, küresel aktörlerin -dolayısıyla da iblisin- elinin değdiği yapılara, bilgi deposu adamların bile av olduğunu görüyoruz.
Gün gibi ortada olan gerçekler, ‘basiret’ ve ‘feraset’ yoksunluğumuzun göstergesi. Bu da inanç ve amel zafiyetimize işaret ediyor.
Ülkemizdeki cemaatlerin birçoğu tek kişinin sultasında hareket eden yapılar. Ne yazık ki, genellikle cemaat liderlerinin sözleri, din gibi kabul görüyor. Hatta kutsallık atfediliyor. Kitap ve sünnete aykırı söz ve davranışları oldu mu, ‘vardır bir hikmeti’ şeklinde tevil edilerek görmezlikten geliniyor.
Yüksek sesle olmasa bile hemen her ortamda gündem olan Gülen Hareketi, ülkenin baştan beri tartışmalı hatta gizemli bir yapılarından biri olarak kabul göre geldi.
Buna rağmen, batı destekli stratejileriyle devletin sinir uçlarına kadar yapılanmayı başardılar. Ak Parti hükümeti daha birinci ayını doldurmadan, 18 Aralık 2002’de katledilen Necip Haplemitoğlu konuyla ilgili şu tespiti yapmış: “Eğitim, adalet, sağlık ve güvenlik gibi herkese eşit ve hukukî esaslara göre sürdürülmesi gereken konuların, kişilere ve gruplara özel hizmete dönüştüğü ortadadır.
Herkesin gözü önünde olup bitenler, çeşitli cemaat ve grupların devlet kurumlarında etkin olmaya başladıklarını göstermektedir. Halkın derin nazarında ve irfanında uzun süre gizlenmesi ve örtbas edilebi
lmesi mümkün olmayan gizli gündem, kendi iç yetersizliğini kısa zamanda dışa vuracaktır.”
İktidarın ortağı gibi hareket eden Gülen Hareketi, Kürt sorununun çözümüne dair politikaların hayat bulmasını engelleyemediği için hamleler yapmıştı. İnsan devşirdikleri yapılar olan dershanelerin kapatılması fikri, topyekûn savaşa girişmelerine yol açtı.
Yargı ve polis de kurduğu yapılanma sayesinde, an itibariyle ülkenin çeşitli kaynaklarına saldırıp, toplumsal barışı tuz buz etti. Sayelerinde kardeş kardeşe düşman oldu.
Sanırım temel yanlışımız, meseleleri çok boyutlu ele alamamamızdan kaynaklanıyor. Toplum olarak dünyayı ve karmaşık ilişkileri yeterince tanımıyoruz. Bu nedenle de, muhataplarımızın samimiyetsiz bile olsa yüreklerimizin yağını eriten cümleleri basiretimizi bağlayıveriyor.
Bir kişi ve oluşumu anlamanın en kestirme yolu, onun nihaî hedefinin ne olduğunu anlamaktan geçer.
Zira bir şahıs veya yapının, taraftarlarınca öğrenildiğinde meşru görülmeyecek bir güçle ilişkisinin olup olmadığı ve de amacına giderken meşruiyeti olmayan araçları kullanıp kullanmadığına da dikkatle bakmak icap eder.
* * *
Küresel güçler öncelikle siyasi, kültürel ve ekonomik anlamda kendine rakip olarak gördükleri toplumları ayrıştıracak yollar ararlar.
Bunun içinde bireylerin yanı sıra ülkelerdeki dinî, etnik ve gizemli cemaatleri, şirketleri, medyayı, sivil toplumu hatta yargıyı araç olarak kullanmaktan hiç çekinmezler.
Bunlar medyadan gıdaya, sağlıktan inşaata, finanstan lojistiğe, eğitimden sinemaya kadar uzanan çok sayıda alanda faaliyet göstermekle kalmaz, kendilerini ‘hayır’ amaçlı sivil toplum örgütü olarak takdim ederler.
Başta iyi niyetli olsalar dahi, büyüdükçe küresel yapılarla çatışmayı göze alamaz hale gelirler. Hatta varlıklarını sürdürmek için onlara “hizmet” etmek durumda dahi kalırlar.
Küresel liberal değerleri benimsemeleri şartıyla, faaliyetleri ulusal sınırları aşacak şekilde, ekonomik, sosyal ve siyasal örgütlenmelerine izin hatta destek verirler.
Meseleye Türkiye gibi küresel hegemonyanın dışında kalan ülkeler açısından bakacak olursak, bu yapılar gün gelir devleti, -tıpkı bugün olduğu gibi- tehdit etmeye başlarlar.
Böyle zamanlarda küresel sermayeyle birlikte paralel bir stratejiyle saldırırlar.
Türkiye’de sürmekte olan yargısal darbe gerçeğinde olduğu üzere, işte o gün, sürekli duyguları okşayarak taraftar devşiren yapıların, aslında amaçlarını gizlediklerini görüverirsiniz.
Karmaşık ilişkiler ağından bihaber olan büyülenmiş ve hipnotize edilmiş taban ve orta sınıflar gizemli yapılarca kullanılmakta olduklarını fark bile edemez.
* * *
Nasıl ki, batı kendi kültürel değerlerini ‘kurucu’, diğerlerini ise ‘çöplük’, kendini ‘üstün’, diğerlerini ‘aşağılık’ olarak görüyor ise; Gülen’de, Türkiye hatta dünyadaki tüm İslamî yapılara aynı strateji ile yaklaşmıyor mu? Yahudi, Hıristiyan, Moon Tarikatı, Cizvitler gibi İslam düşmanı yapılar dışında barışık olduğu Müslüman bir yapı var mı?
Şu bir gerçektir ki, girdiği iddia edilen ilişkiler yumağı, hakkındaki şüpheleri artırmış, çok sayıda tartışma ve politik mülahazaya yol açmıştır.
Müslümanları ‘terörist’ olarak niteleyen batı medyası ve batılı kurumların tümünün bu alçak yaftalamadan, sadece Gülen ve hareketi ile diğer ülkelerde benzer yapıları istisna tutması tesadüf müdür? Bu Hareket’inde, Hıristiyan ve Yahudilere aynıyla mukabele etmesi, Kur’an’ın dostluk tanımıyla tezat bir fotoğraf ortaya çıkarmış olmaz mı?
Karanlık küresel odaklar, sadece onunla birlikte hareket ettiğiniz sürece var olmanıza izin verir. Aksi durumda onun için siz bir vebalı teröristsiniz!
Kapitalizmin gayri meşru evladı olan liberalizmin ya da post modern zihnin en büyük hedefi, tevhidi parçalamaktır. Mezhep ve cemaatleri de bu amaçla kullanmaktan geri durmaz.
Küresel egemen yapının tutkal ve sığınağı olan Yahudi faşizmi; tarih boyunca içinde bir tenya olarak yaşadığı Hıristiyanlığı, sürekli bir biriyle mücadele eden mezhep ve cemaatlere bölerek hizmetinde kullanmış ve halende böyle yapmaya devam ediyor.
Aynı faşizm, Sünni ve Şii geleneğe yakın yüz yıllarda eklenen Vahhabilik, yeni tanımlamasıyla ‘modern Selefiliği’, Mısır darbesinde çok işlevsel bir araca dönüştürmüşse, Fetullah Gülen ve yandaşlarını da Ak Parti’nin tasfiyesi için kullanıyor.
Gülen ve çevresi, tek parti sultasından biraz soluk alan Türkiye’de, İslam’ın gündem ve görünür olması için gayret sarf eden Erbakan hocayı hiçbir zaman sevmemiştir.
Başörtülü bir milletvekili için ‘bu kadına haddini bildirin’ diyen ve de ülkeyi üç kuruşa muhtaç duruma düşüren Ecevit’i sevmekle kalmayıp, Ahret’te ilk ona şefaat edeceğini söylemesi tesadüf müdür?
Geldiğimiz noktada bütün işbirlikleri, fiil ve failler bizi tek bir sonuca götürüyor: Müslümanlara liderlik edebilecek Türkiye’yi zincire vurmak!
facebook.com/kemalozercom twitter.com/cankemalozer