Gülce de Bizim Kardeşim!
İlk olarak 2006 yılında, Türk Edebiyat ve şiir dünyasına oldukça emek vermiş olan çok değerli bir grup edebiyatçı ve şiir üstatları, bir araya gelerek, edebiyatımızın artık bir yeniliğe vegelişime ihtiyacı olduğunu düşünmüşler. “Gülce Edebiyat Akımı” adında yeni bir akım geliştirmişler. Ve bu konuda oldukça kafa yormuş, emek vermişler. Nerdeyse tarih olacak olan aruz veznimize, hece ve serbest tarzlar içinde sıkışmış olan şiirimize biraz nefes vermek amacıyla bu üçüne de sadık kalarak 19 çeşit yeni nazım şekilleri geliştirmişler... Ama asla geçmişimizden kopmadan, ödün vermeden gelişme uğruna verilen bu emekleri takdir etmemek mümkün değil. Hem aruz hem hece hem de serbest şiirlerimizi bünyesinde muhafaza ederek, hepsi bizim diyerek, yeni nazım şekilleriyle harika bir yol denemesine girmişler… Biraz insafı olan için inanılmaz bir güzellik bu bence…
Mustafa Ceylan, Osman Öcal, Harun Yiğit, Refika Doğan ve Yusuf Bozan isimlerinin başı çektiği ve daha çok değerlerin katıldığı çiçeği burnunda ama istikbale kanca atmış bir akım bu.
Akımın öncüleri, bu hareketi, nazım şekilleri arasındaki kardeş kavgasına son vermek olarak nitelendiriyorlar. Üç tür nazım şekline sahip olan Türk Şiirinde, herkes bir şeklin tarafında yer alırken; Gülce Akım Öncüleri, “üçü de bizim” diyerek sahip çıkmış ve hepsinden bir harman oluşturarak çeşitli alternatifler sunmuşlar şair kalemlere.
Allah’ın bir lütfu olarak hasbel kader geçen yıl bana da içlerine girmek ve tanışmak nasip oldu bu değerli kalem erbaplarıyla ( yani internet üzerinden)… Bu akımın öncülerine saygı duyduğum için, önce ne yapmak istediklerini okudum, araştırdım. Yeniliğe açık olan karakterim sayesinde ön yargılı davranmadan baktım ki, benim arayıp bulamadığım, -daha doğrusu- ifade edemediğim görüşler bunlar… Kendime çok uygun bulduğum için hemen Gülce tarzında şiirler yazmaya koyuldum. Çünkü kendimi daha rahat ifade edebiliyordum. Benim kalemime ruhuma uygun, biçilmiş kaftandı bu şekiller.
Bu yıl içinde Allah nasip etti Gülce’nin öncüleriyle birlikte tasarlanan 2010 yılı projesinin bir ucundan da ben tuttum. Benim çalışmamın konusu, Kahraman ve Öncü Türk Kadınlarının hayatlarını Gülce tarzında şiirleştirerek, onların şimdiye kadar yazılmamış destanlarını yazdım Türk Milli Kültürü’ne önemli bir hizmet olduğuna inanarak… Yirmi İki tane öncü kadınımızın hayatı destanlaştı bu sayede.
Kimisi Kurtuluş savaşı öncüsü fedakar analarımız, kimisi mesleklerinde ilk olmayı başaran değerli kadınlarımız bunlar. Her biri kendi dalında birer değer birer mücevher Türk Milleti için. Bunlar tozlu raflardan silkelenerek gün ışığına çıkartıldılar tarafımdan…
Diğer arkadaşlarımız da her biri bir konuda destanlar, efsaneler yazdılar.(Halk efsaneleri, Dede Korkut Hikâyeleri, Türk Destanları, Peygamberlerin Hayatları v.b. Hala yazıyoruz ve inşallah bu birlik ruhu içinde yazmaya devam edeceğiz.
Birliği, dirliği, kardeşliği, gelişme ve ilerlemeyi şiar edinmiş olan Gülce Akımını, benimsemiş bir insan olarak yaptığım bu çalışmaları ben de herkes gibi çeşitli edebiyat sitelerinde yayınlıyorum… Ama gelgelelim ki, daha önceki yazımda bahsettiğim yeni olan her şeye engel olma görevini üstlenmiş karakterde bir kaç şahıs, ellerinden gelse yırtıp çöpe atacaklar bizim bu çalışmalarımızı… Yalnız bana değil bu akımın öncüsü olan tüm arkadaşlarımıza hakarete varan sözlü saldırılar ve hırçınlıklar içine girdiklerini görüyoruz.
Harâretli tartışmalarından anlaşılıyor ki hiç birisi de, bu nedir diye okumamış, incelememiş , veya yüzeysel bir göz atışla yetinerek, önyargılarıyla eleştirel davranışlara giriyorlar… Bu şahışlara: -Ya kardeşim, senin alışmış olduğun şiiri elinden alan yok, bunlara karşı çıkan yok!… Biz aruz, serbest ve hece; üçü de bizim bunlarsız asla edebiyat olmaz dediğimiz halde, sırf nefis tatmini için saldırıyorsun sen. Beğenirsin beğenmezsin o senin bileceğin şey ama bu hırçınlık niye? Diyorum.
Hayret bir şey! “Kendi tarzında yazsana, niye başkalarına özeniyorsun? “ diye bir mesaj aldım geçenlerde. Ben de soruyorum bu harika(!) soruya karşılık: - Arkadaşım, şiirlerini yazdığın tek şiir kalıbı olan koşma da, Karacaoğlan’a uzanmıyor mu? Neden Karacaoğlan’ı taklit ediyorsun peki sen? Kendi tarzını oluştursana! diyorum ben de... Her olgunun bir başlangıcı bir ilki vardır. Kabul edenleri tarafından geniş halk kitlelerine ulaştırıp yayılırlar…
Hececilerin, serbestçilerin, aruzcuların, bu güne kadar yazanların hepsi de özentiliymiş demek ki…Çünkü bu akımlar da gökten inmediler ya! Hepsinin bir başlatanı, bir öncüsü vardı elbette. Bu gün sen de o öncüler tarafından öğrendin ve benimsedin hece şiirini. Veya diğerlerini… M.Akif, Necip Fazıl, Nazım Hikmet; tüm şairler özentili demek ki… Çünkü onların da benimsediği bir akım, tarz sahibi insanlar vardı sonuçta… Yazmayı beceremiyorsan yazanları alkışla! Alkışlamaya için elvermiyorsa sessiz kal! Ne demişler? ” Söz biliyorsan konuş seni âlim sansınlar, bilmiyorsan sus da ârif sansınlar!” Takılmış plak gibi, sırf eleştirme ve engel olma görevini yerine getirmek amacıyla aynı havayı tekrar etmenin bir anlamı yok… İzan ve insaf! ! !
Arayışlar her zaman mutlaka bir başarı getirir.. Getirmese de yeni arayışlara yelken açar.. büyük yürüyüşler, uçsuz bucaksız denizlere açılmak şiirin tarihi doğasında vardır. Doğru bugünlerde müthiş bir durağanlık vardır.. Şair şiiriyle tüm problemleri aşmak için mücadele etmelidir.. ve bilmelidir ki her mücadele mutlaka yeni problemler getirecektir.. bu böyle devam edip gider..
Şubat 16th, 2011 at 15:19Yazın için tebrikler..
İHG