Gözyaşı Rahmettir
İnsanoğlu ne garip bir yaratıktır. Çevresinde bin bir türlü ibretli hadise gerçekleşir de bunlardan kendisine ders almaz. Kur’an-ı Kerim’in yüzlerce yerinde Rabbimiz: “Düşünmüyor musunuz, akıl erdirmiyor musunuz?” buyurarak bizleri tefekküre davet ediyor. Biz bu davete icabet edebiliyor muyuz? İnançlarınızı aksiyon hâline dönüştürebiliyor muyuz? Kulluk bilincini diri tutabiliyor muyuz? Bu sorulara müspet cevap verebilenlere ne mutlu! Keşke bu hayatî suallere olumlu cevap verenlerin sayıları öyle az olmasa!
İslâm dini, şefkat ve merhameti esas alır; bütün canlılara bu perspektiften bakılmasını ister. Zira mahlûka ve halika sevgi ve saygı göstermek yaraşır. Müminler Kur’anî ölçüleri, hayatının vazgeçilmez bir parçası telâkki eder. Hayatını ona göre şekillendirir. Müslümanların şefkat ve merhameti, onların kalp yumuşaklığından kaynaklanır. Bu, zamanla öyle bir merhaleye erişir ki hassas duygular, gözyaşlarına siner. En basit durumlarda bile gözyaşları sel olup akar. Bu gözyaşları katı yürekleri bile yumuşatır, duygular insanileşir.
Gözyaşı aczin ve nedametin işaretidir. İnsanoğlu bütün gücüne rağmen, yine de aciz bir varlık değil midir? Hangi birimiz yaşadığımız nahoş hâl ve hareketlerden dolayı pişman olmayız? Ağlamak, kalp gözünün kapanmadığına delildir aynı zamanda. Asıl ağlayamayanlara ağlamak lâzım. Yaratılanların en şereflisi olan insan, yaratılanların en sefili durumuna düşünce, nasıl ağlamaz? Malını mülkünü top yekûn kaybeden bir tüccarın kahkaha atmasını bekleyebilir misiniz? Şayet böyle davransa, hepimiz ona deli yaftasını asarız. Durum bu iken, her geçen gün günahları dağ gibi çoğalan bir insanın pişmanlık duyup gözyaşı dökmemesi, onun kalp katılığına işaret değil de nedir? Ona hâlâ insan sıfatını yakıştırabilir misiniz? İnsanlar ‘erkekler ağlamaz’ sözüne niçin bu kadar itibar ediyorlar?
Sahabeler az güler, çok ağlardı. Hatta kahkaha ile gülmekten hicap duyarlardı. Resulullah Efendimiz tevhit inancını hakkıyla yaşayan ve yaşatan bu insanlara çok kıymet verirdi. Çünkü onlar, yaşadıkları örnek Müslümanlıkla cennetin anahtarını hak etmişlerdi. Peygamberimiz: “Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayete kavuşursunuz.” demiştir. O büyük insanlar gözyaşı dökerken biz bunca günahlarımızla nasıl oluyor da kahkahayla gülebiliyoruz? Buna akıl erdiremiyorum.
Resulullah Efendimizin yanında Kur’an okunurken, bazı ayetlerin tilâveti esnasında gözyaşlarına engel olamazdı. Kur’an’ı başkalarından dinlemek hoşuna giderdi. Yine böyle bir Kur’an tilâveti esnasında Abdullah b.Mesut, İsra Suresi’ni okurken ağlamıştı. Bilindiği gibi bu surenin ilk ayetinde Resulullah’ın miracına değinilmektedir.
Yüce Rabbimiz, Necm Suresi’nin son ayetinde daha önceki ümmetlerin başına gelen felâketleri sıralayarak şöyle buyuruyor: “Şimdi siz bu sözden(bu Kur’an’dan) mı hayret ediyorsunuz?..Ve gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?”(Necm S.59-60.Ayetler)
Necm Suresi’nde geçen bu ayetler nazil olduğunda Suffa ashabı ağlamışlardı. Onların ağlamasını duyan Resulullah da ağlamıştı. Hz. Ömer bir hutbesinde Tekvir’i okuyordu. Söz konusu surede kıyametin kopuşu tasvir edildiği için gözyaşlarını tutamamış; hutbeyi kesmek zorunda kalmıştır. Yine aynı zat Tûr Suresi’nin 7 ve 8. ayetlerini okuduğunda korkudan hasta yatağına düşmüştür. Söz konusu ayetlerde Rabbimiz şöyle buyuruyordu: “Rabbinin azabı mutlaka vuku bulacaktır; O’na engel olacak bir şey yoktur.”(Tûr S. 7 ve 8. Ayetler)
Hz.Ömer, Hz.Osman, Resulullah ve ashabın ileri gelenleri kıyamet günü görülecek hesabın zorluğundan dolayı ağlıyorlarsa bize ne yapmak düşer? Bir düşünün… Üstelik onların bir kısmı dünyadayken cennetle müjdelenmişti. Günah bataklıklarında yüzen günümüz insanı nasıl oluyor da gülmeyi kendisine yakıştırabiliyor? Sözün bu kısmında Yahya Kemal’in şu veciz ifadesi aklıma geliyor: “Güleriz ağlanacak hâlimize.” Oysa Resulullah’ın dediği gibi, gözyaşı rahmettir. Ağlayınız, belki gözyaşlarınız kaskatı kesilen kalplerinizin yumuşamasına vesile olur. Biliniz ki bu dünyada ağlamayanın gözyaşı ahirette sel olur.