Gözünü Sevdiğim İstanbul
İstanbul’un ışıkları uzaktan belirmeye başladığında, Fikri’ de otomobilinde yamuk oturmanın rahatsızlığı ile yerinden doğruldu. Otoyoldaki otomobil kuyruğu trafiğin keşmekeşliğini belli ediyordu. Kaplumbağa yavaşlığındaki sinir bozucu ilerleyişe kızan Fikri’nin arkadaşı Nedim, bir daha otomobille İstanbul’a gelmeyeceğine söz vermişti ama otomobilin keyfide insanda söz bırakıyor, nede erkeklik.
Sağ şeritte yaprak kımıldamıyordu. Yazın sıcağına ve trafiğin canavarlığına aldırış etmeyen sokak çocukları can pahasına otomobiller arasında koşuşturmanın ve bir iki lokma ekmeği boğazlarından geçirmenin hesapları içindeydi. Yürekleri gibi kararmış siyah bezlerin kirliliği yüzlerine de yansımıştı. Gözleri umutsuz bakışlar arasında sürücülerin vereceği paradaydı. Kara gözler, Fikri’nin bakışlarıyla bütünleşti. Dağınık bit yuvası saçlar ile çatlamış dudaklarda inadına bekleyiş uzun sürdü. Ortada dönecek para gururluydu. ‘ Benim için şu insanların inatlaşmasına bakın. Benim için nasıl da kibirleniyorlar. Para aradan çekildiğinde, fren üstünde bekleyen ayak da uyuşukluğunu gaz pedalına dokunmayla üzerinden atabilmişti. Üç metre ilerlemenin sevinci kısa sürdü. Nedim, mantar gibi çoğalan sokak çocuklarının sarkıntısından bıkıp penceresini hızla kapattı. Umursamadan ileri baktığında, yine kirli bir bezin, ön camda dans etmesine homurdandı.
“ Arkadaş, şunlara bak yahu!... Sokak çocuğu enflasyonu var. İpini koparan İstanbul’a gelmiş. Bu çocuklara hiç mi sahip çıkan yok? Bunların ana babaları nerdeler?”
“ Eeee.. sonunda olacağı buydu. Bak bakalım şu doğunun haline, terör her tarafı sarmış. Üstüne üstlük birde işsizlik diz boyu olunca, bu zavallı insanlar, ne yapsın? Köylerinde oturup, ya kaderlerine razı olacaklar ya da buralara gelip, umuda sarılacaklar. Onlar için şu an bir gerçek var o da; para. ”
“ Geçenlerde televizyonda tinerci çocuğun, zenci bir turiste yaptıklarını izledim de ağzım açık kaldı.”
“ Ne yapmış ki?”
“ Kadının parasını alamayınca, gözünün altını ısırıp, mosmor yapmış, Allah’tan kadın zenciymiş de mor olan ısırık izi belli olmamış. Söylesene arkadaşım var mı böyle bir şey?
“ Bal gibi olur!.. Dur bakalım, bu gidişle daha neler göreceğiz. Kalkınmayı, refahı ve milli gelirden alınan payı bu topluma dengeli yaymazsak, ülkeler arasında olduğu gibi, bireyler arasındaki uçurumu yaratmış oluruz. . Bırak bizim ülkemizi, dünyanın neresinde olursa olsun, bu tip olaylar bitmez. İşin en kötü tarafı da birey olarak çoğumuz bu olayları, sıradan bir olaymış gibi kanıksıyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın anlayışı içindeyiz. Nasıl olsa bu tür olaylar bana gelmez mantığı ile hareket ediyoruz. Beklemenin ötesinde, bu gerçekleri hiçbir platformda ciddice tartışmıyoruz.
“ Başka ne yapalım arkadaş? Paraysa, sen görüyorsun her seferinde fazlaca veriyorum. O değil de, bunların ardı arkası hiç kesilmiyor ki?”
“ Vermekle sorun çözülmüyor ki, sorunlar bu çocuklar değil. Sorun esas, ailelerde. Sorun hepimizde. Ekonomik göstergelerin dengesizce sapmaları, bunun yanı sıra aile içi eğitimsizlik almış başını gidiyor. İşsizlik de çok ciddi ayrı bir konu. Vatandaşlar ne yapsın? Biliyorsun ki en tehlikeli olanı da insanın aç kalması. Belgesel program izler misin?”
“ İzlemez olur muyum. ”
“ Piton yılanlarının mücadelesini hiç seyrettin mi?”
“ Seyretmez olur muyum. Hem bir kere…”
“ Bırak şimdi, bir keresini de, onların avını yakalayıp, yemeğini yedikten sonra, başkasına saldırdığını gördün mü?”
“ Görmedim.”
“ İnsanları da böyle düşüneceksin. Ailelerin günün şartlarına göre iyi bir geliri olsa, çocuklar eğitim alsalar. Şu anda otomobilin etrafında cirit atan yavrucukları görebilecek miydin? Bu çocuklar, tinere alışırlar mıydı? Bence alışmazlardı.”
“ Peki bu oluşumları sağlamayan kimler?”
“ O soruyu kendine sorsan cevabını bulursun, suçluları uzakta aramamak lazım, tabi ki hepimiz suçluyuz.”
“ Biz neden suçlu olalım arkadaş. Bizim kime zararımız oldu ki? Bak dürüstçe işimizin başında mal alıp, satacağız, sonrada kuzu kuzu vergimizi vereceğiz. “
“ Peki, verdiğimiz vergilere ne dersin?”
“ .........??????”
“ Ne oldu kafanda soru işaretlerini görür gibiyim.”
“ O zaman, onlarda çok çocuk yapmasınlar. Adamların işi gücü yok, çocuk fabrikası kurmuşlar. Bir ailede on-on beş çocuk olur mu?”
“ Olmaması gerekir, nüfus planlaması da insan eğitiminin bir parçası. Eğitimsiz insanlardan her türlü olumsuz davranış beklenir. Senin şimdi kaç çocuğun var?”
“ Allah bağışlarsa, bir tane.”
“ Nah, bir tane var !...Toplam çocuk sayısını, aile sayısına böl bakalım. Sana düşen çocuk sayısı kaç tane oluyor.? Sen bir çocuğa baktığını mı zannediyorsun? Verdiğimiz vergilerin nerelere gittiğini biliyor musun? O çocuklar, dengeli beslenmek için yemek, hasta olduklarında hastane en önemlisi de iyi bir geleceklerine hazırlanmak için altmış kişinin havasız bıraktığı sınıfları olmayan okullar, büyüdüklerinde hayatlarını idame ettirmeleri için dolgun ücretli iş, Evlenmeyi, insanca yaşamak için güzel bir konutlarının olmasını isterler. Bak bitiyor mu ihtiyaçları.? Konuş bakalım, iki çocuğa bakmak mı, yoksa, yukarıda bahsedilen ihtiyaçların onla çarpımı mı, hem aileler ve devlet için iyi olur? Yalnız fizyolojik gereksinimleri yeter diyorsak, o zaman on çocuğa zorlansak da bakılır. Fakat, eğitim ve diğer gereksinimleri meydana çıktığında, bırak bireyi, devlet bile zorlanır.”
“ Yani diyorsun ki, ‘ kastsız girme inşaata canın yanar, kondomsuz girme ilişkiye hayatın kayar.’ ‘Elin adamı gidiyor fezaya, biz kondom taktıramadık rızaya’‘ ‘Tak!.. Tak!.. Tak!.. Kim olursan tak “
“ Yeter oğlum, neler varmış sende de” gülüşmelerin uzunluğu, otomobilin fazla ilerlemesini sağlamadı. Sokak çocuklarının bittiği nokta, bu kez, sokak kadınlarının başlangıcı olmuştu. Nedim, sertçe kapattığı, pencereyi hafifçe araladığında, civciv sarısı saçları ve yüzündeki kırışıklığı silme çektiği fondötenle bile kapatamayan, orta yaşlı bir bayanın,
“ Biraz dolaşsak ne dersiniz?” sorusuna Nedim,
“ Yalnız mısın?”
“ Hiç olur mu, istersen arkadaşımı da çağırır, sizleri uçuşa geçiririz.” Otomobilin penceresi otomata basılmayla kapanması ani olmuştu. Kadın, yüzündeki çizgilerinin çokluğuna aldırış etmeden, dışarıda el kol hareketleriyle küfrü şekillendiriyordu. Nedim,
“ İstanbul, ne hale gelmiş? Her tarafı ahlaksızlık sarmış. Bırak şu şıllık muhabbetini de, şimdi sana başımdan geçen bir olayı anlatayım da gerilen yüzüne neşe gelsin.”
“ Yengen annesine gitmişti. Evde yalnızdım. Kanepeme kuzu kuzu uzanıp, televizyonumu seyrediyordum ki, kapının zili hızla çalmaya başladı. Hemen koşup, kapının deliğinden baktığımda karşımda kimsecikleri göremedim. Üstümde de yalnız tişört, altımda ise ekoseli donum vardı. Bizim karı bazen böyle şakalar yapar diye dışarıya kadar çıkıp baktığımda, kapının önünde kimseyi göremedim. Merdiven boşluğundan aşağıya bakmamla, cereyan yapan kapı şiddetle kapandı. Merdiven boşluğunda don, tişörtle öylece kalakaldım.” Fikri, yanından süratle sollayan otomobile küfürle karaışık laf atmayı ihmal etmedi.
“ Yuh be!... ben arabayı sollamaya kalkıyorum. Arkamdaki zırtapoz da inadına beni sollamaya çalışıyor. Hıyarlar ehliyeti bakkaldan mı, yoksa manavdan mı aldılar, anlayamadım!. Dışarıda kalmıştın. Merak ettirme insanı ”
“ İneğin trene baktığı gibi dakikalarca kapıya baktım. İçimden açıl susam açıl dedim ama açılır mıydı ? Beynime kan fışkırmıştı. Şok olmuştum. Allah’tan havada kararmıştı. Tişörtümü çekiştirerek donumu kapatmanın yollarını aradım ama nafileydi. Komşumuzun kapısını çalmayı düşündüm, fakat onlarında iki tane olgunlaşmış genç kızları vardı. Utandım. Kendi kendime, ‘ oğlum topukla dışarı diyerek, isteksiz ve mahcup adımlarla kendimi sokağa bıraktım. Bakkalımıza koşarak, nefes nefese içeri girdim. Bakkal İsmail amca,
“ Hayrola evlat bu ne hal!...” dediğinde, durumu anlattım. O da bana,
“ O zaman geç şu tezgahın arkasına da müşteriler çakmasın. Benim ceket var. Onu da verdim mi…” sözünün ardından, Fikri sataşmadan duramadı.
“ Oooo… kolay gelsin birader bakkal yoksa seni gözüne mi kestirdi? Oğlum, baksana sen ne durumdasın, bakkalın düşüncesine bak. Seni tezgahın arkasına çekip, anlarsın ya?”
“ Bırak şimdi puştluğu da, dinle!..”
“ Bakkaldan hanımı arayıp, bizim hanıma olanları anlattıkça o da, gülmekten kırıldı. O güldü, ben gerildim. Benim moral sıfırın altında eksilerde. Uzun bekleyişin ardından getirilen kayınpederin, geniş pantolonu bana öyle iyi geldi ki anlatamam. O an, çuval olsa giyecektim.”
“ Umarım akıllanmışsındır.?”
“ Hem de nasıl, artık her dışarı çıkmamda anahtarı hemen alıyorum.”
Akşam rüzgarı bir kısrak gibi vahşi ve sertti. Boğaz köprüsünün araç kokan kuyruğu ise uçsuz bucaksızdı. Fren, gaz pedalı döngüsünde gişelere ancak yanaşılabilmişti. Otomobilin, durup-kalkmaları insanda renk ve safra bırakmıyordu. Bir sevgiliye kavuşmak ve aşk acısı çekercesine gişelere kavuşmak her baba yiğidin işi değildi. Otomobil zoru başarıp, trafiğin akışına kendini bıraktığında, denizin çarşaf mavilini seyretmek tüm yorgunluğa bedeldi. Her taraf ışıl ışıl, gecenin sessizliğine hazırdı. Nedim, boğazın maviliğine gözlerini diktiğinde, otomobilin yavaşlamasına bir anlam veremedi. Köprünün ortasında öylece kaldıklarında ne Asya, ne de Avrupa’daydı. Önünde duran taksinin arka koltuğundan fırlayan gencin, sinirlerinin boşalması arasındaki bağrışması, köprüyü titretmeye yetmişti.
“ Yetti artık canıma!... artık dayanacak gücüm kalmadı, neyim var neyim yok kaybettim!...” Bağrışmasıyla köprünün askılıklarından kendini boşluğa, boğazın derinliklerindeki bilinmezliğe bırakmaya her an hazırdı. Polisler, kalabalığı yarıp, gençle konuşmaya başladığında, yolun biran önce açılmasını bekleyen Fikri,
“ Televizyonda bu tip olayları çok görmüştüm ama, canlı olarak ilk kez görüyorum. Son zamanlarda da intihar olayları oldukça arttı. Hay Allah!... gencecik delikanlı!...”
“ Hayatın son noktasında anlamsızca dolaşmanın genci, yaşlısı olmaz. Yeter ki, insanlar bir kez bunalımla girmesinler. ”
“ Değer mi be…”
“ Değmez ama, gel onu hayatla, sonsuzluk çizgisi arasında dans eden delikanlıya sor bakalım. Bak, polisler ikna etmeye çalışıyorlar. Onların verdiği sigarayı da aldı. İnşallah kendini aşağıya atmaktan vazgeçer de şu fani dünyada bir can daha nefes almaya devam eder.” Polisler, isyankar delikanlının bindiği taksiyi uygun yere çekip, yolu açtıklarında, delikanlının bağrışması İstanbul’a mı, yoksa bizlerin yaptığı hatalara mı belli değildi. “
“ Her şeyimi kaybettim!... İşyerimi, yuvamı, paramı, her şeyimi kriz alıp götürdü!...” Nedim,
“ Ali, bu vatandaş, her şeyini alıp götüren kriz den bahsediyor, sen onu tanıyor musun?”
“ Allah onu kimseyle tanışma şerefine nail etmesin, aman!... aman!… o şer bizlerden uzak dursun.!..”
“ Amin..” dualarıyla, köprüde gecenin sessizliği gibi durağandı, polisler ve vatandaşların iknası boşunaydı. Delikanlı, sigarasının ve dünyasının son nefesini alıp verdiğinde, bir çırpıda ellerini soğuk demirlerden bırakıp, boşlukta kaybolmuştu. Çevredeki ağıtlar kesilmiyor, delikanlının yakınları çıldırırcasına kendinde değillerdi. Bir aşkın büyüsü de böylece bozulmuştu. Kadını, yalnız ve bitik, olduğu yere çöktü. Körpe çocuğuna sımsıkı sarılıp, kokladı… kokladı… Çevredeki kalabalıktan yükselen “ Tüh!.., “ Yazık oldu, yazık.!..” Fikri’nin “ Bu kriz bu memlekette devam ettiği sürece, bu filmi biz daha çok seyrederiz.” yakınmasıyla, otomobilin içi de derin bir sessizliğe gömülmüştü.