Görülmeyen Tehlike
Aslında bencilliklerimiz hızımızı kesiyor.
Duyarsızlıklarımız, bir adım bile öteye geçmemize imkân tanımıyor.
Bilime değer vermediğimiz halde biliyormuş gibi afra-tafra yapmamız, üçüncü dünya ülkesi olmamızı sağlıyor.
Hangi alanda olursa olsun, belli güce ulaşanların bir daha geriye dönüp bakmaması sayesinde yerimizde sayıyoruz.
Bir ülke düşünün ki; neredeyse elli yıldır aydını, yazarı, çizeri, sanatçısı ve hatta siyasetçisi nice mağduriyetler yaşarken kılını bile oynatmıyor.
Bizi doğal yollardan besleyen kültürel veya sosyal damarlarımız, gözlerimizin önünde eriyip giderken morfin yemiş gibi öylece bakıyoruz.
Bizi uygar düzeye çıkaracak her ne varsa inatla görmezden geliyoruz.
Artık bu ülkede sanata yıllarını veren biri, 300–500 bin TL borçla terk-i diyar ettiğinde tuhaf karşılamıyoruz.
Bu gün birçok mutlu azınlığın, bir gecelik eğlence gideri dahi sayılamayacak değerde olan 20 bin TL borcu için canına kıyan bir sanatçı, ülkenin dikkatini ve ilgisini çekemiyor.
Bu, ne menem bir iştir?
Topluma bu anlamda hizmet vermeye çalışanların, girdikleri yoldan bir daha çıkamaması ve bir şekilde cezalandırılması, insanımızı neden harekete geçiremiyor?
Kahramanlık destanlarını anlata anlata bitiremeyen bu millet, savaşlar dışında ve başka alanlarda ortaya çıkan kahramanlarına niçin “adam” gözüyle bakmaz?
Niçin kılıcın, silahın veya kaba kuvvetin dışındaki alanlarda yokuz?
Niçin kültürel ve sanatsal değerlerimizle ve ürettiklerimizle dünya sahnesine çıkamıyoruz?
Bu arada milli ve manevi duygularımızı önemsemediğim sonucunu çıkarmayın sakın…
Elbette bu yönümüzle her zaman haklı bir gurur duymuşumdur.
“Memleket elden gidiyor” diye yaygara yapanlara karşı her zaman bu millete güvenilmesi gerektiğini söylemişimdir. Bu anlamda Anadolu ruhunun hala yaşadığına inanmışımdır.
Zaten böylesi sağlam temelleri olan bir milletin, iki asırdır yerinde saymasıdır sorun…
Savaşlarda kahramanlık destanları yazabilirsiniz. Ki bu; mayamızda olan bir şeydir. Fakat savaşlar gelir geçer. Önemli olan savaşlardan sonra neler yapıldığıdır.
Çok ciddi kültürel değerlere sahip olmamıza karşın, bir kültür toplumu olamadık ne yazık ki…
Oysa bu işi bilen toplumlar, siyasi ve diplomatik girişimlerinden önce kültürel değerleriyle varlıklarını kabul ettiriyorlar. Bunun için de sanatı kullanıyorlar. Sanatın büyüsünden yararlanıyorlar.
İstanbul, Ankara gibi metropollerin ana caddelerine kadar gitmeye gerek yok. En küçük kasabada bile şöyle bir gezdiğinizde yabancı kültürlerin etkisini rahatlıkla görebilirsiniz.
Özellikle bu yazıda siyasi terimler kullanmayı tercih etmiyorum ama “emperyalizm” denen şey, ekonomik sömürüyü kolaylaştırmak için ilk olarak kültürel yayılmayı gerçekleştiriyor.
Geriye de pek bir problem kalmıyor. Çünkü kültürel yayılma sayesinde bütün kapılar açılmış oluyor.
Peki; bunun karşılığında biz ne yapıyoruz?
Sanatın ve sanatçının zaten yetersiz olan alanlarını daha da kısıtlıyoruz.
Daha önce mevcut sinema ve tiyatro salonlarını dev alışveriş merkezlerine dönüştürüyoruz.
Birey yetiştireceğimize sürekli “maganda” üretiyoruz. Üstelik hiçbir ihraç değeri de yok.(!)
Sözün özü, bu millete en büyük kötülüğü ediyoruz. Yazık…
HOŞÇAKALIN
Birey yetiştireceğimize sürekli “maganda” üretiyoruz. Üstelik hiçbir ihraç değeri de yok.(!)....
Hocam, aslında son yıllarda en çok üretilen ve topluma satulan ürün maganda ve magandalıktır, birbirini anlayamamazlık ve saygısızlıktır...
Ekim 22nd, 2009 at 10:38Zaten böyle olduğumuz için de yerinde saymamız mukadder hale geliyor Halil Bey... Teşekkür ederim.
Ekim 22nd, 2009 at 11:13