Görsel; İki Tarafı Keskin Kılıç
Birine aradığı yeri/adresi iyi bildiğiniz yol üzerinden tarif edersiniz ama muhatabınızın orayı bulup bulamayacağı, sizin ağzınızdan çıkan sözlerin onun zihnine ulaştığında alacağı şekle bağlıdır. Eliyle koymuş gibi bulması da mümkündür; hiç alakasız yollara saparak, varması gereken yerden uzak düşüp gıyabınızda 'saydırması' da pekala ihtimal dahilindedir. Bilhassa teknik adamlar ve bu konunun önemini bilenler, eğer mümkünse lafzen söylediğini küçük bir kağıda basit çizgilerle bir tür 'ilkel resim' oluşturacak bir şema çizerek yolcunun eline tutuştururlar. Ki, yol boyunca ellerinde, güzergah ile kıyaslayıp doğru yolda olup olmadıklarını belirleyebilecekleri 'yarı somut' diyebileceğimiz bir araç olsun..
Bu yöntem, hem akılda tutulması zor olacak kadar çok söz söyleme ihtiyacını ortadan kaldırır, hem de bir takım sembolleri o şekle/şemaya kolayca ilave etmek suretiyle kıyaslamanın daha sağlıklı yapılabilmesini mümkün kılar.
Anlatılmak istenen şeyin, yazı veya söze ilave olarak göze hitap eden çizimlerle desteklendiği takdirde yapacağı etkiyi ne ölçüde değiştirdiğinin en iyi örneklerinden biri de karikatürdür. Bir karikatürden çizimi kaldırıp sadece balonlu yazıları okursanız, muhtemelen ortada yavanlaşmış birkaç kelimeden başka birşey kalmaz.
Buraya kadar bir problem yok.. Fakat genel olarak çizim ve bilhassa resim (fotoğraf) kullanımında öyle bir noktaya gelindi ki, sözü ve onun içerdiği manayı pekiştirme aracı olarak kullanılması gereken görseller, bunların etkisini ve bu etkiyle insan zihninin nasıl yönlendirilip şartlandırılabileceğini 'iyi bilenler' tarafından iki tarafı keskin bir kılıca döndürüldü. Daha da Türkçesi, her türlü çizgili, resimli ve hareketli görseller algı yönetiminin vazgeçilmez bir aracı haline geldi. Tabii, çoğunluk itibariyle biz de buna çanak tuttuk ve hala da farkında değiliz..
İşin tuhaf yanı algı yönetimini kendine iş edinen 'güç sahipleri'nin yaptıkları yetmezmiş gibi biz sıradan insanlar da hiç düşünmeden ve farkında olmadan birbirimize benzer bir yanıltmayı reva görüyoruz. Üstelik bunu da 'güzel şeylerin paylaşımı adına' yapıyoruz. Hemen hepimiz bu oyunun bir parçası olduk. Bu oyunu kurgulayanlar ve ustaca oynayanlar, yani bu işin kazananları açısından bir sıkıntı yok. Ama, -tabiri caizse- biz acemiler, farkında olmadan bir nevi 'tetikçilik' yaparak gönül eğlendirirken neye hizmet ettiğimizi bilmez durumunda kalmakla karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyoruz.
Sosyal medya ve paylaşım siteleri bu anlamda bizi oyunun içine daha çok çeken birer mecra oldular. Hatıra resmi, çok güzel tabiat resimleri ve fotoğraf meraklılarının yayınladığı resimleri bir kenarda tutarsak, bu mecralarda devridâime katılan görsellerin hemen hepsinde şöyle bir durum var: Bir kullanıcı, diyelim bilge bir zatın veya bir düşünürün güzel bir sözüne rast gelmiş ve kendi hesabında/duvarında paylaşmak istiyor. Eğer o söz, şöyle fiyakalı ve sözün mânâ ve ehemmiyetiyle mütenasip bir görsel üzerine nakşedilmiş halde, bir düğmeye tek basışta paylaşılabilecek şekilde hazırlop halde ise bu niyetini derhal gerçekleştiriyor. Bunun dışında, velev ki kopyala-yapıştır kolaylığında bile olsa bir miktar daha fazla emek verilmesi gereken 'hamlıkta'ysa, niyetinden vazgeçmeyip yine de paylaşan neredeyse yok gibi..
Ee, bunda ne var; zaten 'o sözler, kolayca paylaşılsın diye o cafcaflı resimlere nakşedilmiyor mu?' denildiğini duyar gibiyim. Mesele biraz da o zaten.. Bunu bilinçli yapanlar ya da bu zemini hazırlayanlar, bizim bu zaafımızın, daha doğrusu tembelliğimizin bal gibi farkındalar. Peki ne zarar var?! Asıl önemli kısmı burası..
İşin 'algı yönetimi' kısmını bahs-i diğer olarak bir kenara bırakalım ve şuna bakalım: Benim kanaatim ve tesbitlerimce, birincisi; görsel üzerine yazılmış bir ifade söz konusu olduğunda, görselin ışıltısı ve cazibesi 'zihni kamaştırarak' sözün anlamına, derinliğine, fikri ve irfânî yönüne nüfuz etmeyi engellemektedir. İkincisi; rastladığımız bu güzel ifadeleri biz de naklederek başkalarıyla paylaşmak istediğimizde iki satır yazı yazma zahmetini bile bize çok gördüğü için, zaten var olan 'merâmımızı yazı ile ifade etmek'te yaşadığımız sıkıntıyı iyiden iyiye katmerleştirmektedir. Bu tehlikeyi umursamadan devam ettikçe pek yakında, en az lise diplomasını haiz olan ortalama insanın oniki sene eğitim-öğretim gördüğüne inanmaya bin şahit gerekecektir.
Bu yolun sonu; okuduğunu anlamayan, meramını söyleyip yazamayan, buna mukabil okuma-yazma oranı 'kağıt üstünde' son derece yüksek bir topluma çıkar!. O gün geldiğinde, niye o noktaya vardığımızı anlayabilecek durumda olacağımızı bilsem yine de gam yemeyeceğim.. Gelin, biz bu kılıcın bir tarafını köreltelim!.. Her türlü görseli bu bilinçle değerlendirip hangisine ne kadar rağbet göstereceğimize isabetli karar verelim..