Gönüllü Esaret
Gündelik hayatın telaşı içinde koşuşturup dururken, bir anlık dinlenmenin bize vermiş olduğu huzuru pek az şeyde buluruz. O an kendimizle baş başa kalır, birazdan başlayacak olan ve tamamı bize ait olmayan hayatın içine dalarız. Bir koşturmacadır gider. Bazen ne yaptığımız, neyi yaptığımız ve nasıl yaptığımız belli olmaz. Hayat çok zaman kendi şartlarını koyar önümüze. Biz ise her gün yaşlanarak ve sona bir adım daha yaklaşarak taşırız bedenlerimizi. Bazen hayattan bezdiğimiz anlar da olur. Razı olmayız bize sunulan şartlara. Kendimizce hep en iyiye layığızdır.
Biten bir günün sonunda eve atarız kendimizi. Akşam için bin bir plan yaparız. Eve vardığımızda huzurlu oluruz bir an. Çünkü o günkü telaş bitmiştir. Sabaha kadar kendi kurallarına göre yaşayacağı mekândadır. Ne patron vardır ne de işveren. Mevzuat denilen emir ve talimatların hükmü yoktur. Ne yazılacak bir yazı, ne tutturulması gerekli hesap ne de taşınacak bir eşya vardır ortada. Bir kendisi vardır, hürriyeti elinde. Bu duygularla varır eve. Şöyle yemekten sonra içilecek bir bardak çaydan sonra aile fertleri ile kısa bir tur atmalı sahilde diye de planlar yapar insan.
Günün yorgunluğu her haliyle bellidir bu hayatı yaşayanlarda. Derken yemekler yenir. Oturulan koltuk veya kanepede bir rehavet çöker insana ve sızar. Bu akşamda dışarı çıkmak hayaldir evdekilere. Biraz sonra televizyon karşısında yerini alır aile. Pür dikkat seyredilir renkli ekranda renkli(!) hayatlar… Baba kumandayı kapar. O kanal senin bu kanal benim derken gece yarısı olur. İki kelime etmez, edemez aile fertleri. Gün boyu çalışmaktan yorulan baba tam hür oldum derken esir düşer televizyona. Hem de mevzuatsız, talimatsız. Eve gelişinden yatana kadar geçen süre gönüllü bir esaret hayatıdır artık. Beden yorgunluğuna bir de zihni yorgunluk eklenmiştir şimdi.
Bedeni ve ruhi yorgunluğun ardından uykusuz geçen bir gece daha… Bir de buna ailevi sebeplere de eklenirse katmerleşir dertler. Kendinin yaşlanması bir yana, büyüyen çocukların istekleri eğitimleri, yiyecek ve giyecekleri daha da önemlisi sağlıkları. Evlenme çağına olanlar, üniversiteye hazırlananlar veya okuyanlar, geçtikçe zorlaşan şartlar ve toplumdaki bozulma. Hepsi bir derttir başlı başına. Üstelik söz dinletmekte zordur yeni nesle. Ve daha nice sayamadığımız yığınla dert.
Yeniden başlayan gün. Yine koşturmaca. Yine patron, yine işveren, yine mevzuat ve uyulması zaruri kurallar. Yine inisiyatif kullanamadan geçen zaman. Arada verilen çay molaları ve mola arasında lezzetine doyulmayan sohbetler. Ya da bir tevekkül hali ve hayaller. Ne güzel dakikalardır onlar. Tekrar başlayan iş ve sonunda biten mesai. Her gün aynı durum ve tükenen yıllar. Yine akşam yine kurulan hayaller. Yine televizyona karşı gönüllü esaret saatleri… Gönüllü esaret geceleri ve gönüllü esaret yılları…
Toplumda çalışan fertlerin hali bu. Her günü benzer şeyler. Problemlerin kaynağı kendi dışında, ona göre. Düzeltmek başkalarının işi. Ama kendince zarar gören kendisi. Bu hali hak etmeyen kendisi. Dost meclislerde “Ne olacak memleketin bu hali” kabilinden edilen şikayetler. Yorgun gecelerin ardından verimsiz çalışan insanlar ülkesinde hep birileri suçlu, hep birileri yanlış, hep birileri haksız. O birilerinden “birisi” kendi değil. Akşama kadar çalıp sabaha kadar kendini esir eden insanlardan müteşekkil bir toplum. Düşünmeyen, düşünce melekeleri dumura uğramış ve hep başkalarına muhtaç bir toplum. Üretmeyen, üretemeyen “fikir sancısından” mahrum bir toplum. Birkaç düşünen insana tuhaf gözlerle bakan, okuyanı araştıranı, soruşturanı görünce ne yaptığına akıl erdiremeyen bir toplum. Biz “biz” yapan unsurlardan uzak, önüne kurulan tuzaklardan uzak, hâsılı kendiden ve beliğinden uzak bir toplum. Milli değerlerden mahrum, manevi değerlerden mahrum olan ve beşeri zaaflarına mahkûm olan bir toplum. Bu işlerin çözümünde “bende varım” diyeceği yerde “kimse yok mu?” diyecek kadar idrakten ve iz’andan mahrum bir toplum.
Kimse kimseye kendisi kadar yakın ve faydalı olamaz. Başkalarından yardım dilemek, yardım beklemek, yardım ummak ve hatta yardım edeceğini sanmak kadar safdillik olmaz olamaz. O halde bedeni uykuların seni dinlendirirken, ruhi uykularının seni uyuşturacağını unutma. Unutma ki hayatın her anında cahilliğe karşı hazır ol. Önce “Ben olmazsam başkaları da olmaz” düsturunu kendine rehber edin. Kendine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getir. Unutma ki, çareyi dışarıda aryanlar, hastalığı içeride bulurlar.