Gönülde Bahar
"Baharın gülleri açtı / Yine mahzundur bu gönlüm" diye başlar o şarkı. "Yine" denilişinden anlaşılıyor ki, bu sözün sahibi için ilk defa yaşanan bir durum değil bu; yani bir yanda açmış bahar gülleri öte yanda mahzun bir gönül hep tekrar edegelmiş. Dört mevsimden her birinin her insanın nezdindeki yeri farklı farklıdır; herkes kendi meşrebine göre bu dört mevsimden birini dört gözle bekler. Fakat, üzerine söylenen sözlere bakılırsa, baharı iple çekenlerin sayısının galip olduğu kolayca görülür.
Peki öteki baharda durum nasıl? Güller mi açar, mahzun mu oluruz; yoksa o zaman da birbirine zıt denebilecek duygular mı hakim olur?..
Mevsim mevsim gezen, iklim iklim dolaşan; iklimler üstü, mevsimler üstü bir mevsimimiz daha var, adına "üçaylar" demişiz ki, inanan insanın gönlünde ayrı bir yer tutar. Kumruların baharı beklemesinden daha derin bir iştiyakla beklenir her sene.. Öteki bahar dediğim odur.
Kimbilir, bu manevi bahar mevsimi belki de her birinin başlangıcını ve bitişini güneşin ve dünyanın hareketlerine göre tarif ettiğimiz dört mevsimin ruhudur. Bu mevsimde göze hitap eden rengarenk çiçekler, güller yoktur ama gönüllere hitap eden sessiz rahmânî cıvıltılar, ilhamlar, inşirahlar vardır. Tabiatın her sene solan, pörsüyen elbisesini rengarenk yenisi ile değiştiren ilkbaharın karşılığı olarak, insan ruhunun toza toprağa çirkefe bulanmış manevi libasını yıkayıp paklamak üzere her sene kapımızı çalar, adeta 'yerinde hizmet' anlayışıyla üç ay misafirimiz olur ve giderken de elini cebine atıp Bayram bahşişini vermeyi de hiç ihmal etmez.
Bu manevi baharın 'gülleri açtığında' da biz yine hüzünleniriz. Daha doğrusu, bir taraftan sevinir coşarız, zira bu gelen ruhumuzun baharıdır, gönül gözü ile bakabilenler için 'dîdeler rûşen' olur; diğer taraftan içten içe hüzünleniriz, hem yeterince kıymetini bilemeyip "baharı görmeden yaz geldi geçti" hayıflanmasını yaşama ihtimalimiz olduğu için hem de şu fânî ömrümüzde bir yılı daha geride bıraktığımız gerçeği kafamıza dank ettiği için..
İçinden geçmekte olduğumuz şu yıllar, fânî âlemin baharıyla mevsimler üstü baharın aynı zaman dilimine denk geldiği senelerdir. Yani, bir anlamda "Nûrun Alâ Nûr".. Yani, cisme bahar, câna bahar.. Bir manada, Nâbî merhumun "Hudâ verirse ıydimiz behâra düşer" [Allah dilerse baharla bayramı birarada yaşatır (ki tadına doyulmaz)] mısraıyla özlemini çektiği durumu yaşıyor gibiyiz. Öyleyse; tıpkı ilkbaharda kayanın, taşın yumuşayarak, çatlaklarına kaçan tohumların neşvünemâ bulmasına imkan verdiği gibi; bu manevi baharla birlikte merhamet noksanlığından taş kesmeye yüz tutmuş kalpleri yumuşayıp da insanlık namına umut çiçekleri yeşertebilenlere ne mutlu!.
Gönül gözü dedik ya; peki bu manevi bahar iklimini, takvim yapraklarının ötesine geçerek temâşâ edecek 'gönül' nedir, neyin nesidir? Bu konuda pek çok irfan ehli kişi söz söylemiş. Benim anladığım, o sözlerin gelip dayandığı yer şurası; gönül dediğin, işte bu yazıda temas etmeye çalıştığım mevsimler üstü mevsimleri, iklimler üstü iklimleri bizzat yaşayıp o bitmez tükenmez baharın gül bahçelerini temâşâ etme imkanı olan bir sırça köşktür. Amma ve lakin bunun şartı, penceresi içeriden perde ile kapatılmış ve "garsamba" eşya ile hınca hınç dolu bir odadan dışarıdaki manzarayı görmek nasıl mümkün değilse; aynen o misal, gönüldeki 'mâsivâ garsambası'nı temizleyip pencerenin perdesini aralamaktan geçiyor.
Bunu hakkıyla yapabilene aşkolsun!. Benim gibi bu temizliği yap(a)mamış olanlar da duvar kağıtlarındaki bahçe dekorunun gül bahçesi, perdenin nakışlarındaki dalgaların da hakiki deniz dalgası olduğunu zannederek avunur dururuz vesselâm.
(*) garsamba: seyrek kullanılan ve çok değerli olmayan eşya veya eşya topluluğu
Ustaca..
Şimdi çocuklarımızı, eskiden ellerinde defter-kalemi ilk gördüğümüz çağlarına tekabül eden yaşlarından da erken, dijital aletlerin hamiyetine terketmiş durumdayız. Yarın öbür gün büyüdüklerinde, bastığı yeri bilmeyen birer hödük olarak karşımıza çıktıklarında onlara kızmayın e mi!.