Gönül Seferi
Her vedanın ardında sayısız hatıralar vardır.
Her veda hüzün taşır…
Vedalar kavuşmanın bedel ödemiş halidir.
Siz bir yerden ayrılmadan başka bir yere ulaşamazsınız.
Dünya veda üzerine kurulmuş bir mekândır. Dünyaya açılan her göz ana karnına vedadır.
…
Üç yıl görev yaptığım Hüseyinmescit Ortaokulu´nun hatıraları eskimeden arkadaşlarımızı ziyaret etmek istedik. Hem unutmadığımızı göstermek hem de kendimizi unutturmamaktı maksadımız.
Son yılını beraber çalıştığımız üç genç kızımızla yapacaktık bu ziyareti. Onlar ilk defa öğretmenlik hayatına burada başlamışlardı ve onlar için ayrı bir önemi vardı.
Fatoş Küçük, Kevser Özkay, Yasemin Uyanık ve ben belli bir saatte ve yerde buluşup koyulduk sefere. Daha önce görev icabı gittiğimiz yere artık misafir olarak gidiyorduk. Daha hafızamızdan silinmemişti gittiğimiz yer.
Yola koyulduğumuzdaki heyecanımız her dakika artıyordu. Geçtiğimiz yerlere bir başka gözle bakıyorduk. Kim bilir daha ne zaman geçecektik bu yollardan? Düşünceler kafamızda cirit atarken mesafeler azalıyor, kalp atışları artıyordu.
Nihayet vasıl olduk okul bahçesine. Müdür Bey yine bir şeylerle meşguldü. Okulun bahçesine girdiğimizde sanki derse geç kalmışız gibi “Hocam biraz geciktik” diye bir espri yaptık. Aynı mantıkla “Olsun nöbetçi öğretmenlerle doldurduk yerinizi” diye mukabelede bulundu. Okul Müdürü Şenel Gödek yapılacak olan işlerin başında bulunur çalışanların bir ihtiyacı varsa karşılardı. Böylece işlerin daha kolay olması sağlardı. Yine aynı özelliğini taşıyordu.
Okulun Yaşar Abisi yine boş durmuyordu…
Derken teneffüs zili çaldı. Sınıftan çıkan her öğrenci daha önceki öğretmenlerine sarılıyordu. Daha bir yıl öğretmenliğin ardından kendilerine olan bu ilgi karşısında hüzünlü mü neşeli mi belli olmayan duygular içinde kalmışlardı. Öğrenciler menfaat karşılığı olmayan samimi sevgilerini genç öğretmenlerine cömertçe sunuyorlardı. Saf bir sevgiydi bu.
Okul duygu seline kapılmıştı bir kere. Ayrı kalma süresi kısaydı ama hep ayrı kalınacağı bilindiğinden zamanı verimli kullanmaya çalışıyordu herkes. Öğrencilerin gözlerindeki ışık gönüllerinden geliyordu. Öğretmenlerinin birini bırakıp birine sarılıyorlardı. Ben ununu eleyip eleğini asmaya hazırlanan biri olarak manzarayı seyre dalmıştım.
Hemen hemen bütün öğrenciler genç öğretmenlerimizle “sevgi teması” kurdu. Daha sonra öğretmen arkadaşlarla buluşmaya gittik.
Haliyle bizden sonra yeni gelenler de vardı. Biz geride bıraktıklarımıza ulaşmaya çalıştık önce. Hüseyin Çelik yine odasında yoğundu. Alaaddin Arslan´ın mekânı değişmiş, okulda bazı birimler başka yerlere taşınmıştı. Aytül Yalçın Çetin hiç büyümeyen dostlarıyla beraberdi. Gelen de giden de aynı yaştaydı onun için.
Erbil Erdoğan kendine bir meşgale bulmuş, Bayram Sarı bizleri yalnız bırakmamıştı. Nezaket Öztürk yine aynı sükûnetini koruyordu. Hülya Gürsoy´un her an tebessümüne hazır bekliyorduk. Okula yeni gelen Fikriye Şavlığ burada ben de varım der gibiydi.
Okulun en heyecanlı Kişisi Nurdan Çerkes Erdoğan´dı. Gelişimizden ne kadar memnun olduğumuzu iki de bir “Yine gelin” demekle belirtiyordu.
Zaman geçiyordu. Biz içten içe geri dönme zamanın yaklaştığını biliyorduk. Çare yoktu. Herkesin bir mekânı vardı ve herkes işine devam edecekti. Hayat sürüyordu yani.
Bir birinci gönül seferini sona erdirmek üzereydik. Yine bir veda bizi bekliyordu.
Ah bu vedalar!
İçimizden neleri alıp, içimize neleri bırakmıyorsun ki…
Ah bir söyleyebilsem…