Göçebelik… Yolculuk… Leylekler…
Bu benim yol hikâyem... Söz, bu sefer bunu ilk olarak sizlerle paylaşacağım. Yol hikâyemi elektrikler kesildiğinde karanlık gecelerinizi aydınlatmak için birbirinize anlatabilirsiniz. Bu hikâye bir sır olmaktan çıkacak...
Benim hikâyem yollarda başlamış. Yollar benim için doğmak, büyümek, gelişmek, değişmek, özlemek, ayrılmak kısacası kader demektir. Kader ağlarını, bir sonbahar sabahı tan yeri ağarmadan yollarda örmeye başlamış. Bir arabanın içinde, yolda doğmuş olmam belki de tüm bir hayatımı etkiledi; bana göçebe bir ruh verdi.
Yollar ve yolculuk değince göçebe ruhum geliyor aklıma ve yüreğimle burnumun ucunda kurulan gerilim hattında aynı anda inceden inceye bir sızı başlıyor.
“Leylek leylek havada yumurtası tavada” şarkısı eşliğinde gökyüzündeki o müthiş senfoniyi, o görüntüsü siyah beyaz olup ruhu rengarenk olan hareketli tabloyu her seyredişimde soluğu yollarda alırdım.
“Tesadüf” deyin, “tevafuk” değil... siz bilirsiniz, ne derseniz deyin ama bu bir gerçekti. Ne zaman gökyüzünde leyleklerin bu dansını görsem o yıl içinde mutlaka gurbet çanları benim için çalardı...
Sonra hüzünle bir bir sayılan şehirler arası otobüsler hatta gökyüzünde yönü İstanbul’a dönük kuyruk kanadı kırmızı uçaklar... ve sonrasında sadece otobüs kokusu ve uçak sesi yüreğimle burnumun ucunu aynı anda sızlatmaya yetiyordu.
Çok yolculuk etmenin bir iyi bir de kötü tarafı var. İyi tarafı elbette bir çok yer görür bir çok insanla tanışırsınız. Kötü tarafı bir gün size yine gurbet çanları çalar ve her şeyi geride bırakarak gidersiniz. Aitlik duygunuzu yitirirsiniz. Hiçbir yere ait değilsinizdir ve hiçbir şey size ait değildir. Hep imrenmişimdir aynı sokakta çocukluğunu geçirip o sokaktan gelin gidenlere...
İlkokulu dördüncü sınıfa kadar Ankara’da okudum. Dört, beş ve altıncı (ortaokul birinci) sınıfı Adıyaman’da. 1986’a kadar yaz tatilinde Muş’a giderdik. Bizim kuşağın yaz tatili anlayışı akrabaların yanına gitmekti ya da anne ve baba gurbette olunca, tatil imkanları sılayı rahim olarak değerlendirilirdi. Sonra İstanbul dönemi başladı. 1986’dan itibaren ikametgâh ve tatil yerimiz değişti. Akrabalar Bursa ve Kocaeli’ne taşınınca tüm tatillerimizi bu iki şehirde geçirmeye başladık.
Sonra üniversite yılları ve Bolu. Sürekli yollardaydım. Bolu’ya, İstanbul’a Bursa’ya Kocaeli/Gölcük’e gidip geliyordum. Sürekli bir hüzün hali... Bolu’ya giderken annemin beni Harem’den otobüse bindirdiği ilk ve tek günü hatırlıyorum. Güneş batmıştı çoktan... Annemin bıraktığı boşluğu gökyüzünde tüm yolculuğum sırasında beni yanlız bırakmayan dolunay doldurmaya çalışıyordu. Gece çok güzeldi. Ben hüzünlüydüm. Şiirler, hikâyeler yazmak istiyordum. Ama nafile midem bulanıyordu. Yolculuklar ben de mide bulantısı yapıyordu. Ne okuyabiliyor ne de yazı yazabiliyordum. Halen de yapamam.
Yolculuklarda en büyük endişem/kâbusum yanıma konuşkan birinin oturmasıdır. Bu tip insanların da kâbusu yanlarına konuşmayan birinin oturması olsa gerek! “Yolculuk nereye?” şeklinde bir soru gelecek diye ödüm kopar. Çünkü bu soru, muhabbet kapısının açılmasını sağlayan tokmaktır. Nasıl bir cevap versem de evde kimsenin olmadığını anlasalar, diye önceden plan yaparım. Konuşmak yerine, kafamı cama yaslayıp, etrafı seyretmek her zaman daha cazip gelmiştir. Köy ve dağ evlerine, koyunlara, ağaçlara, nehirlere bakmak benim için büyük keyiftir. Yol manzaraları muhteşem olur.
Bazı yollar ıssızdır. Çöl gibidir. Kilometrelerce gidersiniz ve sizi bir yeşil ağaç bile selamlamaz...
En çok Trakya tarafına doğru gitmeyi severim. Ayçiçeği tarlaları bir atkı gibi boynunuzun iki tarafını sarar... İçiniz sıcacık olur.. Çocuksu bir neş’e ile dolup taşarsınız... Herkesin mutlaka hikâyesi vardır ama onları dinlemek yerine ben doğayı dinlemeyi tercih ederim.
Yurtdışana çıkmak da ayrı bir yol tecrübesi olmuştu benim için. İngiltere’ye ilk uçuşumu hatırlıyorum. Ne büyük bir heyecandı o uçak yolculuğu! Kalbim duracak gibi olmuştu ve kalemim, kalbimdeki ve aklımdaki sarsıntıların büyüklüklerini gösteren bir sismograf gibi sürekli yazıyordu.
Yukarıdan bakmak... Herşeyin ne kadar da küçük olduğunu görmek, ayrıntıların büyük resimde kaybolması... ve ayrıntılardan kurtulan ruhun özgürlüğü!
Yatay yolculuklar da geride bırakmayı öğrenirken, dikey yolculuklarda geniş bakmayı öğreniyorsunuz...
Yollar bizi hep başka yollara bağlar. Küçük yol tecrübelerini büyüklerde azık olarak kullanırız. Fiziki tecrübeler teorimiz, ruhi tecrübeler ise pratiğimiz olur. Hayatta teorik bir yoldur ve bizi nihayetinde ruhani olan yola bağlar.
Nicedir leylekleri yerde ya da bir ağacın tepesinde görüyorum. Bu, artık benim için dünyevi yolculuk çanlarının bir daha çalmayacağının göstergesi.. En azından bir sonraki gökyüzü senfonisine kadar...
Seyahatinizde beni seçtiğiniz için teşekkür eder, hayırlı yolculuklar dilerim.