Gizli Taşlar
dı anıldığında kalbimize kıymık batmış gibi hepimizi derinden yaralayan bir ülke var: Somali. Somali aciz bir devlet konumunda olup, dünyadaki en fakir ve güvenlikten yoksun ülkelerden biridir.
Arazisi genel olarak platolar, yaylalar, düzlükler ve dağlardan oluşmasına rağmen…
Somali, çoğu henüz el değmemiş halde uranyum, demir, kalay, bakır, cips, boksit ve doğal gaz yataklarına sahip olmasına rağmen…
Önemli altın ve petrol rezervlerine ek olarak önemli yeraltı zenginliklerine rağmen...
“Afrika Boynuzu” olarak adlandırılan Somali, kıtadaki en uzun sahil şeridine sahip olmasına rağmen…
Açlık ve sefalet, artık hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Şimdi bu girişten sonra hepimiz ister istemez aynı soruyu soruyoruz? Bu kadar coğrafi olarak stratejik öneme sahip bir ülke, neden eskiden olduğu gibi ticaret yapmaz, yapamaz? Ya da bu kadar yeraltı zenginliği varken neden açlıktan ölür bu insanlar? Yeraltı zenginliklerini değerlendirememek ve ticaret yapamamak ülkeye hâkim olan yönetimlerin beceriksizliği olabilir. Bu siyasi bir konudur, tartışılır. Peki, neden bu insanlar balık tutmaz? Ülkenin üçte ikisi denize sarmaş dolaş iken neden insanlar gidip de denizin zenginliklerinden faydalanmazlar? Tek kelime ile “cehalet” dersek sanırım biraz sert bir ifade olur. Mezhebi (!) anlayış olarak deniz ürünlerinin yasak olduğuna inandırılmış Somalili göçmenler arasında; “Balık kokan ağzınla benimle konuşma!” Allah’ın rızık olarak gönderdiği deniz ürünlerini birkaç “aklı evvel” tarafından yasaklamış. Mümkün olsa da Hazreti Peygamber kalksa bu “akl-ı evvel” lere ne der acaba? Dolayısı ile cahil halk ölüyor da balıkları yemiyor. Öyle ki insanlar dinen yasak olan bir şeyden bile en azından “ölmeyecek kadar yeme hakkı”na sahiptir. Tabiri caizse hazine sandığının üstünde zavallı insanlar açlıktan ölüyorlar.
Allah Somali halkının boynuna rızkını asmış; fakat bazıları da yanlış inançları taş gibi onların ayaklarına bağlamışlar. Boyunlarındaki mücevherlerle beraber ayaklarındaki taşlar yüzünden açlık denizine gömülüyorlar. Belki de aralarında bu yanlışın farkında olan “farklı düşünen ve sorgulayıcı kafa yapısına sahip insan”lar da var ama onlar da siyasi olarak aforoz edilmekten ya da “psikolojik recm”den çekiniyorlardır. Çok ilginçtir ki bütün dünyanın gördüğü bu “gizli taşlar”ı onlar göremiyor. Bu insanların kurtulması için gerçek anlamda birilerinin çıkıp o taşları onlara fark ettirmesi gerek. Yani balık tutmasını öğretmesi gerek. Belki o zaman boyunlarındaki “rızık”ları da görebilirler. Aksi takdirde açlık denizi daha nice zavallı insanı yutmaya devam edecek.
İnsanları suyun dibine çeken, ayaklarına aklı evveller tarafından bağlanmış “gizli taşlar” sadece Somali halkında mı var? Yanlış algıları yüzünden çağın gerisinde kalan, ilerleyemeyen veya kapasitesinin çok altında bir medeniyete sahip olan sadece Somali halkı mıdır? “Bereket denizi”nden faydalanmak yerine, “açlık denizi”nde boğulan, boyunlarındaki asılı duran mücevheri göremeyen sadece Somali halkı mıdır? Tabii ki değildir. Burada daha farklı ülkelerden, daha farklı düşüncelerden toplumları örnek verebiliriz. Her dinden, her ırktan bu tip çarpık anlayışa sahip olabilen insanlar örnek verilebilir. Fakat, yazı uzamaması için örnekleri çoğaltmaya gerek yok. Mesela: bizim toplumda da bu şekilde bütün dünya tarafından görülüp de bizim göremediğimiz gizli taşlar var mı? Varsa nelerdir? Bütün dünya tarafından görülen bu gizli taşları içimizden de görenler var belki de. Eminim bizde de “farklı düşünen ve sorgulayıcı kafa yapısına sahip olan”lar ama onlar da siyasi olarak aforoz edilmekten ya da “psikolojik recm”den çekiniyorlardır.
Ülkemizin eğitim, teknoloji, turizm, ticaret vb birçok açından çağı yakalamamıza engel olan “ayağımızdaki taşları” fark ettirmek, her aydın insanın görevi olmalıdır. Ayağındaki gizli taşlardan kurtulan halkımız o zaman boynundaki “rızkı ve nimeti" de görebilecektir. Bunu yaparken de “siyasi aforoza ve psikolojik recm” e uğramamaya dikkat edilmelidir. Sonuçta, herkes ne kadar aydınlık istediğini söylerse söylesin, aydınlıkla karşı karşıya kaldıklarında bu aydınlık isteyenlerin bile bazen gözleri aydınlıktan kamaşmaktadır. Kendilerinin tahammül edemedikleri bir aydınlığın topluma da zarar vereceğini düşünmektedirler. Her kim olursa olsun bir insana aydınlığı kafasından aşağı tazyikli suyla boşaltsan yine onun alacağı aydınlık miktarı “kafatası” kadar olacaktır. Çünkü anahtar deliğinden güneşe bakanlar; ancak o delik kadar ışık alabilir. Cemil Meriç’in de güzel bir sözü var bu konuda: “Nereye gidersen git, bulacağın aydınlık, zihninin aydınlığı kadar olacaktır.“
Şimdi tekrar soruyorum: “Ayağımızdaki gizli taşlardan” kurtulmaya hazır mıyız?
Mesut KAYMAKÇ