Gezi Parki Olaylarının Analizinde “Baba ve Ergen” Psikolojisi
Çoğulcu demokrasi kavramı ülkemizde gerek yönetim de gerekse halkta algı farklılıklarına sebep oluyor.
Monarşik bir yönetim anlayışından, seçimlerle iş başına gelinen cumhuriyet yönetimine geçişte devrim yasaları uygulandığı için hala iktidarda ve halkta bir güvensizlik hakim.. Geçmişten günümüze bu süreç içinde gerek iktidardakilerin halka, gerekse derin güçlerin iktidara müdahalesi neredeyse her dönemde devam ede geliyor.
Bir yerden bu işe bir son vermek lazım. Bu da şeffaflıktan ve hukuka bağlılıktan geçer... Yönetim; izinlerini, oylarını alarak veyahut almayarak hizmet etmek zorunda olduğu ülke insanlarına karşı şeffaf olmalı ve sürekli halkın nabzını tutmasını bilmeli. Küçük bile olsa farklı düşüncedeki insanların bizzat ayağına gitmeli.
Herşeyden önce, her ne kadar kitabi söylem ile “beni senin adına işler yapmak için seçtin, bana güvendin, ben de yapıyorum.” şeklindeki düşünce sadece iktidara oy veren ile iktidar arasındaki ilişkinin meşru boyutunu gösterse de (ki yine bu da uygulamalarda tartışılır) aynı iktidara oy vermeyen hatta iktidar ağzı ile kuş tutsa yine de oy vermeyecek insanları ihmal etmek anlamını taşımamalıdır.
Peki bu insanlar düşünülmüyor mu? Sayın Erdoğan her konuşmasında “75 milyonun başbakanıyım” vurgusunda bulunuyor ve hizmeti insanların kapısına götürürken oy veren vermeyen diye ayırmadığını söylüyor. Bütün bunlar doğru ise, başka bir yerde bir eksiklik olmalı... Mesele belki de sadece hizmetteki eşitlik değil o zaman..
Bugün net bir şekilde gördük ki başbakana oy vermeyen insanlar, ondan gelecek hayrı bile istemiyorlar yani zorla güzellik olmuyor. Hatta başbakanın söylediği gibi onların sağlıklarını düşünmesini, onların iyiliği alkol ve sigara tüketiminde Avrupa standartlarını getirmesinin hiçbir anlamı yok. Ya da yurtdışında gezip gördüğümüz meşhur meydanlar gibi bizim de şahane bir meydanımız olsun diye illede Taksim Meydanını yeniden düzenlemenin bir manası yok. Taksim kışlası yeniden yapılacak, diye direnmenin bence hiç manası yok..
Belki böylesi bir direnişi öngörebilseydi ve bu uğurda ölmeye, kör olmaya hazır gençlerin var olduğunu tahmin edebilseydi, “halkımın tek bir kılına zarar gelecekse, ben bu projeyi buraya yaptırmam” derdi..
Bu direnişine negatif damgasını vuran hatta direnişi meşrulaştıran iki şey polisin toplum olaylarına müdahalesinde kullanınlan araçlar (ardı arkası gelmeyen, seri şekilde atılan gaz bombaları vs.) ve başbakanımızın kullandığı agresif, umursamaz, temezzül etmez dil olmuştur. Acı olsa da bunlar gerçektir
Bu, çok ince işlemmiş harkulade tezgahlanmış iç-dış mihrakların oyunu olabilir. Buna karşılık başbakanımızın yapması gereken “evet oyunu gördüm, canım vatandaşım, gel bakayım yanıma. Bak ben aşağıda Dolmabahçe'deyim zaten. Konuşalım.. Anlat derdini, dinleyeyim” demesini çok isterdim.
Her şeye rağmen, başbakanın samimiyetine, içindeki duygusal damara inanıyorum. Eğer çevresindekiler onu coşturmaz, dişe diş, kana kan yapmazlar ise, bu projeden vazgeçilecek ve olası projeler için halk ile daha yakın irtibatta bulunulacak, insanların gönülleri tekrar kazanılacaktır
“Ben sizin babanızım ben ne dersem o olur” şeklinde olaylara yaklaşırsanız, ergenlik çağındaki çocuklarınız doğru verdiğiniz kararlara bile itiraz eder. Bunu hep akılda tutmak gerekir