Gereğince
Güzel söz söylemek güzel resim yapmak, güzel roman yazmak, güzel bina yapmak kadar önemlidir. Zira güzel söz yeni fikirler inşa eder, yeni gönüller keşfeder. Yüzlerde tebessüm, akıllarda yer bırakır. Bazen bela, kin, nefret, kavga kişinin sözü üzerine başlar. Bazen de bir ömürlük dostluklara, yarenliklere, huzura, saadete sebep olur. Azerbaycan’ da ne güzel denmiş, “Can demekle can olunmaz, ama muhabbet artırır.”
Güzel sözden bahsederken, güzel dinleyene de değinmek gerek. Söyleneni hakkıyla dinleyen ve anlayan olmadıktan sonra kelamın en güzeli olsa da kıymeti karşılık bulmaz. Buna rağmen sözün güzelliği dinleyenin güzelliğinden önce gelir diye düşünüyorum. Kelamın kibarlığı dinleyeni de kibar etmez mi?
Hayat merdiveninin her bir basamağına çıktıkça hallerimiz de bizimle birlikte adımlıyor o yokuşu. İşte o merdivenin ilk basamağıyla son basamağı arasında ki mesafe “benim” demeli ve ona göre, ağır ağır, bilerek, anlayarak, fark ederek, seyrederek, okuyarak çıkmalı yukarılara. Aksi halde en üste vardığımızda içi boş bir bedeni boşuna taşımış olmaz mıyız?
“Çok bilenler konuşmaz, çok konuşanlar bilmez.” Bu söz nereden aklıma ilişmiş bilmiyorum. Ama kim demişse ne güzel demiş. Neden mi? Bilen kişilerin azaldığı günümüz dünyasında, cahilin söz kalabalığının gürültüsü kâinatı kaplayacak gibi. Ne tuhaf herkes her şeyi biliyor ama çözüm bulan yok. Herkes çok akıllı ama okuyup yazan yok. Bu ne yaman bir çelişki.
Yaşamın kapı aralığından insan manzaralarını seyretmeyi seviyorum. Onların ömür hikâyelerini kendilerinden değil de zaman mevhumundan dinlemek bana daha samimi, daha dostça, daha dürüstçe geliyor. Ve hikâyenin sonundaki hakikatle daha kolay terbiye olunuyorum. Hani en başta dedim ya “dinlemekte konuşmak kadar önemli.” Galiba bunu yaptığım için büyük mutluluk duyuyorum.
Dünyanın telaşı, savaşı, acısı, sevinci, hüznü ne zaman diner bilinmez. Bu güne kadar kanayan yaranın sızısı her yüreği acıtmadı mı? Mühim olan bu meşakkatli hayatta insan olmanın kıymetine zeval getirmemek… Ta öteden beriye ne yaşandıysa hepsini biz inşa etmedik mi, mimarları biz değil miyiz? Nedir o zaman bu telaş. Ne midir? Cehalet. Kibir. Yani kendini bilmemek… Hay’ dan gelip, Hu’ ya varacağını unutmak.
Bu günlerde telaşlı zamanlarımız var. Oradan oraya koşar adımlarla söz toplayanlarımız var. Topladığı sözlerle yamalı cümleler kurup eğik büyük fikir sahibi olanlar var. Sonra emeksiz elde ettiği yamalı cümlelerle ben biliyorum kibrine bürünerek komedi sahnesinde filozof olanlar var. Cahil bilgelerin akıl üstü yorumları var. Yabancı sermayeli kafeler de kâğıt bardakta içtikleri çayla elit olduklarını düşünenler var. Alın teri dökmeden, ana, baba harçlığıyla pahalı telefon havası atanlar var. Ankara Gençlik parkı duvar dibinde bir birlerine naylon torba içinde bali ikram edenler var. Akşamları bir birlerini sarhoşluğa davet edenler var. Sokaklara erotik kartvizit serpip kendindeki mahremiyeti sergileyenler var. “Ben falan üniversite mezunuyum çalışmam.” diyerek devletin sırtına yük olan akıllılar var. “Oğlumu askere göndermem ” deyip sonra devletten büyük sınırlar, makamlar, paralar isteyenler var. Her şeye küfredip, sonra terbiyeden bahsedenler var. Fark ettim ki böylelerine çokça kızgınlığım var. Var… Var… Var…
Var elbet, edebiyat dünyasına bir kelime katmak için asıl işlerini bırakıp ben gibi cahile söz öğreten büyük emektarlar var. Gece gündüz, yaz, kış ölümüne sınırda nöbet tutan aslanlar var. Sırtına yüklediği onca işle vatan için çalışanlar var. Gaspıralı gibi öldükten sonra dahi milleti için elinden gelen her şeyi yapanlar var. Var… Var… Var… Bu kıymetlere de benim minnet borcum var.
Yine savruldum fakiri fikir rüzgârında. Güzel sözden bahsederken konu buraya kendiliğinden akıp geldi. Güzel söz, güzel düşünce, güzel insanın semayı dolduran yankısı değil mi?
Ben ne düşündüysem kalem onu yazmadı mı? Kişinin düşüncesinden diline süzülen sözler kendisi değil mi?
31.10.2016/ ANKARA