Gerçek Bir Gazetecinin Ardından
Uğur Mumcu’nun katledilişinin üzerinden 15 yıl geçmiş... Dolu dolu bir 15 yıl.
Arabasına konulan bomba ile sadece bedenen kaldırılan Uğur Mumcu’nun ardından yapılan açıklamaları hatırlıyorum da; “Failleri en kısa zamanda yakalanacak... Kanı yerde kalmayacak...” diye.
Diyenler bile Hakk’ın rahmetine kavuştu da, Mumcu’nun katilleri bulunamadı.
Geride binlerce soru işaretiyle kaldı olay.
Acaba bulunmak mı istenmedi, en baş soru oldu!
Gerçi, bulunsa ne olacaktı ki?
Kalkıp, iddialara göre o dönemlerde arkasında İran mı var diyecektik, ABD mi var diyecektik, yoksa derin devlet mi?
Hangi birisini deşifre edebilecektik ki?
Belki de yakalanamaması bu yüzdendi. Veya yakalanmak istenmemesi!..
Giden gittiği ile kalıyor bu ülkede.
Ardından iki vah vah, bir tüh tüh çekiyoruz o kadar...
İsmine, namına, şöhretine göre her yıl giderek zayıflayan ve de azalan kalabalıklarlar, önce birkaç saatlik, sonra bir iki saatlik, daha sonra da birkaç dakikalık anma törenleri ve dağılmalar.
Taa ki, bir sonraki yıldönümüne dek.
Haa bir de şunu söyleriz çok sık olarak, “Bir ölür bin doğarız!..”
Ama sonra bakarız ki, hiç de söylediğimiz gibi çıkmaz verdiğimiz sözler...
Olayın duygusallığı ile önce şoka gireriz, tutamayacağımız sözleri veririz.
Ardından da, verdiğimiz sözleri bir bir unuturuz.
Eee ne yapalım bu da bizim yaşam felsefemiz.
Bugün de öyle olacak.
Yurdun çeşitli yerlerinde, Uğur Mumcu’yu anma törenleri düzenlenecek.
O’nun yaşamı dile getirilecek. İnsanlığı konuşulacak, fikirleri tekrarlanacak...
Kısaca ne büyük bir insan, ne kadar değerli bir gazeteci olduğu vurgulanacak.
Ülkesini, insanını, vatanını, bayrağını sevdiği tekrarlanacak.
Artık yarım saat mi olur, 45 dakika mı ya da 15 dakikada biter mi, Allah bilir?
Dağılmaya başlarken, birbirlerimize yanaşıp, ya “Hadi gel şurada çayına bir tavla atalım!..” deriz, ya da “Okeye dördüncü olur musun bilader!..” törenin en son noktasını oluşturur.
Kimileri de, işlerinin güçlerinin başına döner, bıraktığı yerden devam eder, kimisi de eşinin ısmarladıklarını almak için çarşı-pazarın veya marketin yolunu tutar.
Tabii bu arada çuvaldızı da kendimize batırmalıyız aslında...
En çok timsah gözyaşlarını da bizler dökeriz. Yani biz gazeteciler... İnanmazsanız, bugünkü gerek yerel gerek genel basını okuyun.
Bakın bakalım rahmetli ile ilgili olarak neler neler yazılacak.
Acaba ne kadarı gerçektir. Bunu anlayacak bir kriter yok ki!..
Mecbursun okuduğuna inanmaya...
Acaba kaç gazeteci, karşısında Uğur Mumcu gibi bir rakip olsun ister ki.
Ya hiç biri, ya da çok çok azı...
Her yazdığı yazıyı, kitabı, makaleyi, bilgiye belgeye dayandırmadan yazan kaç gazeteci var ki?
Bunların, Uğur Mumcu karşısındaki başarısını düşünebilir misiniz?
İşte, bu yüzden en başta bizler timsah gözyaşlarını akıtırız.
Pirimizdi... Üstadımızdı... Çok iyi bir gazeteciydi...
Deriz.
Kimilerimiz de kendisinden ne kadar büyük feyz aldığımızı yazarız belki de...
Sadece feyz değil, örnek aldığımızı da...
Her nedense, şimdi birden aklıma, Necmettin Erbakan Hoca’nın sık sık söylediği bir söz geldi;
“Hadi ordan... Hadi ordan!...”
Biz bunlarla mügalata(!) yaparken, koca koca siyasilerimiz de tabii ki boş durmayacaktır.
Onlar da çıkıp, meşreplerine göre değerlendirmelerde bulunacaklardır.
Rahmetlinin kendi siyasi görüşlerine ne kadar yatkın biri olduğunu vurgulamak için kelimeleri evirip çevirip, kendilerine yontacaklardır.
Örnekler verecekler, kendisinden sitayişle söz edeceklerdir... Ama bir tek gerçek var ki;
O da, ölmeye gör!.. Hepsi hikaye... Hepsi...