Gene Sevdalandık
İnsan her zaman bir sabite arar. Bir kalıcılık peşinde koşar. Tutunacak bir dal, dayanacak bir âsa, sığınacak bir kale arar. “Garanti”, “emniyet”, “güvence”, “sigorta”, “teminat” kelimeleri ne kadar da hoş gelir insan kulağına ve ne kadar rahatlatıcıdır. “Değişken” olana, “kararsız” ve “güvenilmez” olana bel bağlamaz. “Risk”ten uzak durmak ister insan, “tereddüt” rahatsız eder, “bela”, “badire”, “afet”, “musibet” ürkütür, korkutur, acı verir, azap verir.
İnsan, başına buyruk da olmak ister. Birine muhtaç olmak, birinden yardım istemek, birine dayanmak ve birine sığınmak yoktur uzun vadeli planlarında. Kendi ayakları üzerinde durmak ister, kendi kendine yeter olmak ister.
İnsan, sonlu bir zamana razı değildir. Süreklilik ister, beka peşindedir. Devamlı var olmak ister. Sınırlı yaşamaya alışkın değildir, sınırlandırılmış zamanlarda mutlu olamaz. Sonu gelmeyen, nihayeti olmayan, sınırları olmayan, limitsiz bir hayat arzu eder.
İnsan kalbi geçici sevdalarla yetinmez, sınırlı aşklara yanaşmaz. Sevdiği her şeyi önce sonsuz zamanlarda varsayarak severek. Bağlandığı her şeyi hiç gitmeyecekmiş gibi, hiç bitmeyecekmiş gibi sever.
İnsan, önce ve sadece bu sonsuzluk refleksini dile getirir. Ardına düştüğü her emelin ucunda sonsuzluk aşkı vardır. Kalbinde taşıdığı her hayâlin sonu sınırsızlık hevesine dayanır. İdealler, ümitler, arayışlar, telaşlar, hayâller, bir “aşk-ı beka”nın gölgeleridir.
Genç bir delikanlının mutlu bir yuva hayalinde beka aşkı saklıdır. Bir çoklarının paylaştığı emeklilik rüyaları beka aşkı adınadır. Sevdiğimize “bir daha görüşmek üzere” vedalar –“bir daha görüşmemek üzere” değil!– süreklilik sevdasındandır. Her yaşadığımız günün bir yarını vardır; yarını olmayan güne, akşamları geri dönmeyen güne asla razı olamayız; çünkü hep sonsuzluk arzusundayız. Herkesin “ardı sıra bir şeyler bırakma” kaygısı, sonsuzca yaşama isteğinin dışa vurumudur. Unutulmayacak bir isim yapma telaşı, bütün zamanlarda varolma tutkusundandır. Heykeller, anılar, fotoğraflar, hatıra eşyalar, nostaljiler, gelip geçen şeyleri dondurma sancısıdır, zamanı durdurup sonsuzlaştırma girişimidir.
Gelin görün ki, sonsuzluk sevdamız ile yeryüzündeki gerçeğimiz ile çelişir. Yeryüzünde sabitleyebileceğimiz bir şey yoktur görünürde. Sabitlediklerimiz vardır gerçi, ancak onlar da nihayet yıkılır, dağılır, çözülür şeylerdir. Belki biraz daha dayanıklı, belki biraz daha kalıcı gibi dururlar, ancak onlar kalsa bile biz gidiciyizdir, geçiciyizdir. Herhalükârda, bel bağladıklarımız ile aramızda kapanmaz mesafeler vardır. Kendimize sığınak ve dayanak eylediklerimiz sonsuz uçurumlar ardındadır.
Ünlü romancı DH Lawrence, “hiçbir şey için ‘bu benimdir’ deme!” uyarmıştı yıllar öncesinden. Sadece, “bu benim yanımdadır” dememize izin vermişti. Gerçekten de, varlığımızı zenginleştiren, yaşayışımızı derinleştiren ne varsa, hepsi hepsi zamanın akıcılığı içinde çürümeye, eskimeye, yitmeye mahkûmdur. Şu andaki hâli ne olursa olsun, üzerinde her zaman bir fanilik, geçicilik damgası taşır eşya ve insan. Buna göre, aslında hiçkimsenin “ben gencim” deme hakkı da yok gibidir; doğrusu, bulunduğu gün içinde “ihtiyar” diye tarif ettiklerinden biraz geç doğmuş olmasına borçludur gençliğini. Ne kadar genç olursa olsun, bir başka zamanın ihtiyarıdır her genç.
Zaman bir ırmak gibi herkesi kucağına almış akıyor. Kimileri bu nehrin genç sularında, kimileri ihtiyar sularında duruyor olabilir. Nehrin hangi sularında olduğumuz çok da önemli değildir; önemli olan herkesin bu nehrin içinde olduğu gerçeğidir. Hiçkimse nehrin kıyısına çıkıp, kendi gençliğini sabitleyemez, hiçkimse nehrin akışına direnip geri duramaz.
Ancak, yeryüzündeki varlığımızın bu derin çelişkisi, bir arayışın dürtüsü olmalıdır. Her çağda, ne idüğü belirsiz “ebedi gençlik iksiri” peşine düşen insanın, sonsuz sevdaların izini süren insanın, yeryüzünde bulduklarının hiçbiri asıl aradığı değildir. Öyleyse ya bulduğuna kanmalıdır ya da gerçekten kanacağı şeyi aramalıdır.
Şu meşhur gen haritası da, hemen kanılası şeylerden birine benziyor. Ateşin bulunmasıyla, tekerleğin keşfiyle denk tutulan ihtişamlı bir devrim niteliği taşıyor insanın gen haritası. İnsanın aya basmasından daha anlamlı ve daha işe yarar görünüyor. Şimdilerde “Bundan böyle...” diye başlayan bir dizi sonsuzluk müjdesi duyabilirsiniz. “Daha uzun yaşamak”, “daha rahat yaşamak” adına dillendiriliyor müjdelerin hemen hepsi. Dünyada kalmamıza, hayata doymamıza engel olan ne kadar kötü ve beklenmedik şey varsa, meselâ kanser, kalp hastalığı, şişmanlık, felç vesaire, hesaptan düşülüyor. Geriye ilk bakışta yine sınırsız, yine sonsuz, yine eksiksiz bir hayat kalıyor gibi. Sanki sonsuz yaşamayı gerçekleştiriyormuşuz gibi...
Oysa, insan ömrü ne kadar uzatılırsa uzatılsın, sonunda bir sınıra dayanıyor. Ortalama ömrün uzamasıyla birlikte doğabilecek sosyal ve ekonomik olumsuzlukları bir yana bıraksak bile, insanın yeryüzündeki sınırlılığı sorunu, ömrün uzamasıyla çözümlenmiş olmuyor. Yaşama zamanının genişlemesi, geçmiş ve gelecek algılarını şimdiki zamanına taşıyan insan aklına, sonsuzu arzuladığı halde sonlu bir hayat sürme çelişkisini çözemez, en fazla erteleyebilir ya da daha uzun bir süre unutturabilir.
Eğer yeryüzünde bulduğumuz sahte sonsuzlukluklara kanacaksak, insan genomu projesi yeni ancak yine sahte bir iksir sunuyor kalbimize. Yok eğer, yeryüzündeki tüm sınırlılıkları ve kısıtlılıkları asıl sonsuzluğa eşik eylemeye niyetliysek, değişen bir şey yok, yine sınırlı bir ömrün içindeyiz, yine sonsuzluk başka diyardadır. Yani, bulduğumuz aradığımız değildir!
Bulduğumuz aradığımız değildir, ancak yine de neyi aradığımızı bildirdiği için bulduğumuza değiyor. Genetik şifrenin deşifre edilmesini, insanın sonsuzluk arzusunun deşifre edilmesi olarak da okuyabiliriz.