Gençler!…
Gençler üzerine sürekli bir şikâyet, sürekli bir serzeniş duyuyorsunuzdur her gün. “Şu gençliğin haline bak!... Bir de Atatürk ülkeyi bunlara emanet etti, peh peh peh!...” Peki bu gençliğe ne verdiniz de ne istiyorsunuz? Çocuk yapıp yapmamanın bile gerçek bir karar olamadığı bir ülkede, aslında gerçek sorularla büyütülmeyen çocuklara, işgalci, şiddetli ilişkilerle dolu bir toplumsal dokuda yaşatmak bir yana neredeyse yaşamlarının büyük bir kısmında “A mı? B mi? C mi? D mi? E mi?” diye soruyoruz.
Her şeyin etiketli olduğu çağımızda gençlerin aslında binlerce sorunu varken çözüm iki ayrı etikete sıkıştırılmış durumda: “Sınav kaygısı”, “Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu” Diğer sorunların ne olduğu ise kimseyi ilgilendirmiyor. Oysa hepsinde bir anlam arayışı var. Çevrelerini ve yaşananları adlandırma-adlandıramama sorunları var. Bunun yanında okullarda kalmak durumunda kaldıkları çok uzun saatler, okul kantinlerinde satılan pahalı ve sağlıksız yiyecekler var. Bir de bir şeyleri anlamlandırmalarına fırsat verilmediği için depresif halleri var. Kendilerine zarar vermeleri, hayatlarının hiçbir döneminde olamayacak denli yoğun duygusal ilişkileri, kimlik inşa süreçleri… Ama ne kadar sayarsak sayalım bunların hiçbiri hiç kimseyi ilgilendirmiyor. Sadece kuru eleştiriler yöneltiliyor onlara karşı.
Çünkü kapitalizmin insan anlayışı gereği tüm gençler sadece ve sadece işlevsellikleriyle tanımlanıyor. Okulda derslerini yeterince dinleyemiyorsa, dikkati dağınık deniyor ve hemen bir ilaç; işte tedavi… Sınav kaygısı varsa; birkaç gevşeme egzersizi, “Başarırsın, aslansın, kaplansın” telkinleri… Sorun tamam. Bunlarda başarılı olunmuyorsa ez ezebildiğin kadar o genci. Söylenecek sözler de hazır: “Basiretsiz! Kıymet bilmez! Amacı yok bunun amacı…”
Ama eğer derslerinde başarılıysa, kurallara harfiyen uyuyorsa, o genç içten içe yaşadığı bunalımın etkisiyle intiharın eşiğinde bile olsa kimse fark etmez emin olun. Çünkü kimsenin vakti yok, sabrı yok onu gözlemleyecek. Hele ki eğitim sisteminin hiç yok. Arada tabii ki dikkatli ve özenli ebeveynler de harika öğretmenler de çıkmıyor değil. Ama azlar, çok azlar; hem nasıl çok olsunlar ki? Zira yaşadığı sistem içerisinde pek çoğu kendi duygularını, kendi sorunlarını bilmeyen ebeveynlerle dolu etrafımız. Hem nasıl olsun ki? Günde 12 saat çalışan, çalışmak durumunda kalan bir ebeveynin ne kendine ne çocuğuna ayıracak vakti kalmıyor ki. Sistem bunu emrediyor.
“Sınava hazırlama ve test düzeni, genç insanların öğrenme yeteneğini köreltiyor ve geleceklerini yok ediyor. Gelecekte, eğer bir iş istiyorsanız, makinelerden mümkün olduğunca farklı, yani yaratıcı, eleştirel ve sosyal yeteneklere sahip olmanız gerekecek. Peki öyleyse neden çocuklara makineler gibi davranmaları öğretiliyor?” diyor George Monbiot bir makalesinde. İşte bu sorunun yanıtını ben ülkemde nasıl verebilirim bilmiyorum açıkçası. Sadece bir yarış atı gibi koşturuluyorlar.
Tüm bu yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de anlamından kopuk yaşamlarına, anlam yüklemenin mümkün olmadığı ölümler düşüyor benim ülkemde. Geçen yıl “A,B,C,D,E” şıklarından birini seçmek için sınava giren öğrenciler evlerinde giderken bir bombanın hedefi oldular mesela. Koşulduğu bu yarışta ODTÜ kazanan öğrenciler katledildi bombalarla. Tamamen tesadüf eseri siz değil de birileri ölüyor, sakat kalıyor. Ama herkes biliyor ki bazen tesadüf bizi de oralarda kılabilir. Her açıdan aykırı değil mi halkın çıkarlarına bu yaşananlar? Canımız, terimiz pahasına bize, özellikle gençlerimize yaşatılanların var mı bir anlamı?
Yukarıda saydıklarım arasında boğulan gençlerimizi ise yetişkinler sıkıştırıyor durmadan. Bu ortamda yaşayan gençlerin 'maddiyatçı', 'bireyci' olduğu, politikayla, ülke ve dünya sorunlarıyla pek ilgilenmedikleri eleştirileri geliyor daha çok da. Peki 12 Eylül'ün ve aşırı liberal politikaların bir mirası değil midir bu sonuç? Üniversite örencilerinin siyasal partilere üye olması bile yasaklamadı mı bir ara? Aileler 'Aman yavrum, politika tehlikelidir, etliye sütlüye karışma' diye yetiştirmedi mi çocuklarını? 'Köşeyi dönmek' bir ideal olarak sunulmadı mı? Ne bekliyorduk ki?
Aslında bir önceki kuşağın yarattığı tüm olumsuzluklara rağmen az bir kesim bile olsalar gençlerin nasıl olup da hâlâ politikayla ilgilendiklerine şaşmalı aslında. Onlar yepyeni bir dünyanın çocukları. Hem onları yetiştiren kuşak sizlersiniz. Bu nedenle çok da eleştirmeye hakkınız yok. Ve unutmayın bizim gençlerimiz ruhlarında, yüreklerinde ATATÜRK’ü taşıyorlar. O nedenledir ki akıllıca davranacaklardır. Hem şimdi önlerine sunulacak yeni sınavda şıkların sayısı da azaldı: "A, B, C, D, E" yerine “Evet mi? Hayır mı?”
Şuna inanmak istiyorum ki gençlerimiz hayatlarına bir anlam katmak adına, ATATÜRK’ü sevdikleri için, vatanlarını sevdikleri için NEDEN sorusunu soracak ve hep birlikte HAYIR diyeceklerdir.