Gece Yarısı “Yansımaları” Zamanımı Çaldı
“Ayrılıklar peyderpey son durakta. Acımasız bekleyişleri beklemeden sabırsızca dile getirdi. Figanı buhranlarda sitem yollarla sarmaş dolaş.
Yolculuklar meçhul, yürüyüşler koşar-adım heyecanlar içinde…
Hangi şarkı inletebilir içimdeki vurgunları, kim sarabilir içimdeki sızlayan tarafları. Sokaklar da bıraktığım yaralarım, gerisin geri gidiyor, gelmemek üzere tüketiyor kendi kendini. Kırık bir kapının ardında bir avuç kırgın sevgi dağarcığı kaldı, ne gören var ne de bilen. Ömür denen koca adamın kollarında yıpranan zavallı bir bedenin, çaresizliğine bağlanan el-ayak ikilemleri her dakikasında:
“Geçiyor da…
Bitiyor da…
Gidiyor da… Gözlerin görmediği dağları bile duman sardı, gönül dağ dağ dağlandı bir kez daha. Gözyaşlarımızın yığıldı, her yere bir resim çiziyorum el el olmuş, yâd’a yar olmuş-casına. Hüzünlü bir palyaço gördünüz mü bilmiyorum! Ama ben şimdi, ağlayan bir palyaço çiziyorum sizlere.
Anne kalbi kadar temiz bir resim, bu içinde çocuksu hislerin gezindiği, çocuğun nemlenen sayfa aralarında anlayamadığı düşleri çizilen bir tablodur, kalp müzesinde saklanan ve sergilenmeye kıyılamayan. Yolun başındaki anlamsızca yıkılış, sarhoş bir beden ayakta duramayan. Kızgınlıkla söylenen bir ezgiyi kendine mesken edinen sonbahar türküsü,
“İçli içli söylenen umut vari şarkılar
İçinde içtenleşen iç iç olan nağmeler
İçim içim dinlenen toz bulutu yareler
Kalplere asır olur hüzün olur yar-eyler… Hangi ağlayışlar yalan olur, yalandan yere, yalana yalan olan dillere. Kelepçe takmalı ve vurmalı ayaklarından sürgüne göndermeli.
“Yalnızlığı mesken ettiklerimiz
Arkasında baka-kaldıklarımız
Arayıpta bir kez bile bulamadıklarımız
İsteyipte bir türlü göremediklerimiz… Yağmur yalan söylemez bulutlar susuz, toprak öksüz ve insani cihet viranedir caddelerde, yürekler el açmış dualara ve dualar kayıp gölgelerin arkasında. Efsunlu bakışların durgun ve anlamsız el açışlarına kapanmış gün gibi parlak bir alın. Ağlamaktan biçare düşmüş zulmün güç bela sitemlerinde. Dumanlanan, yar damlayan yağmurlar sonrasındaki kuraklığının ekim’e karşı yüzsüzlüğü ziyanlar içinde. Zincir takıldı hüzün mevsiminin kızaran yüreğine, bir seferde yok edilen.
Yar damlıyor yağmurlardan, isyanların zamanı yok, sevdaların aklı yitik. Zamanın kollarına kendini bırakan karalı sevdalar bayraklaştı. Ekmek tadında buram buram toprak kokan aşklardan kaldırımlara iz düştü. Her bir notaya söz getirdi, barışın elleri soğudu düşe kalka düşlendi düşünceleri.
“Hani Mevlana cana pervane
Hani Dervişçe aşktan içtikçe
Hani Fatihçe gönül ektikçe
Hani Hayyam’ın aklı estikçe
Hani Yunus’ca bu âlemden geçtikçe... Su kadar yudumlanan mesnevi hasletlerle, kirlenen hayallerin ardında ziyalaşan özler, tevafûk edip kavuştukça yazılara, renk getiren gönüllerdeki sevda yükü ağırlaşınca, varlığımı buluyorum bıraktığım izlerin eş düşümlerinde…
Sokaklar karanlığa doğru da aksa, tüm meçhulleri kendinde bile toplasa her zaman onda bir umut vardır.. En cezbedici hayaller ondadır.. Hele gecesi ayrı bir sonsuzluğun iksiridir..
Yazı güzel teşekkürler..
İbrahim hakkı gündoğüdu
Aralık 22nd, 2010 at 20:51