GDO ve Hibrit Fıtratla Savaştır!
Fıtrat, bir şeyi Allah-ü Teâlâ’nın murat ettiği şekil ve nitelikte yaratmasıdır. Yüce Yaratıcı, neyi, ne şekilde yaratmayı murat etmiş ve yaratmış ise o, varlığın olabileceği en güzel şekil, nitelik ve öze sahiptir.
Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de bize şeytanın “Kullarına Allah’ın yarattığı şekli değiştirmelerini emredeceğim ve onlar da bunu yapacaklar”[1] vadinde bulunduğunu beyan ediyor. Yine başka bir Ayet-i Kerime’de ise insanın yetki ve imkânları ele geçirdiğinde, “ekini ve nesli mahvetmeye çalıştığını”[2] beyan ettikten sonra, devamla bu hâli “bozgunculuk” olarak tanımlıyor.
Günümüzde insanoğlu kâinattaki hemen her şeyin yapısını, yaratılışını yani fıtratını değiştirmekle meşgul. Son yıllarda yoğun olarak tartışılan GDO ve hibrit meselesi özetle bundan ibaret. Aslında GDO sorunuyla en çok ilgilenmesi ve tepki göstermesi gereken toplumun Müslümanlar olması gerektiği halde, ne yazık ki bu tahrip ve savaşa yönelik en duyarsız kitlenin dindarlar olduğunu söylemek haksızlık olmasa gerek.
Türkiye’de kısaca ‘GDO’ olarak tanımlanan mesele, genel olarak sadece bazı sebze ve meyvenin yapısının değiştirilerek daha verimli hâle getirildiği gibi anlaşılmakta. Ayrıca bunun artan nüfusu doyurmanın çaresi gibi de pazarlandığından aramızdaki birçok saf, Allah’ın vadiden habersiz bir şekilde bu küresel yalana inandığı da görülür. Oysa bu yaratılışı değiştirme eylemi, ifade edildiği gibi basit bir elem değil. Yapılan işlemde açık veya gizliden Allah (c.c.)’ye karşı bir meydan okuma içerir. Çünkü bu işin failleri, yaptıkları iblisi eylemi, “Tanrı’nınkinden daha iyisi” şeklinde tanımlayarak maskelerini kendileri yırtıyorlar.
Sığ ve sınırlı aklıyla Yüce Yaratı’nın yarattığı bir canlının yapısını değiştirerek, yeni bir şeymiş gibi sunup, üstelik bunun aslından daha “iyi” olduğunu iddia etmesi, kabulü imkânsız hadsizlik ve küstahlıktır. Üstelik bu, Rezzak olan Allah’ın “Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın”[3] vadine karşı, artan dünya nüfusunun insanları besleyemeyeceği iddiasıyla yapılmakta. En kahredici olanı ise, vahiyle çelişen bu tezin bazı Müslümanlarca da ileri sürülmesi veya kabul edilmesi.
Havada, karada ve denizlerde kaç çeşit canlı olduğunu ve bunların miktarını tam olarak bilmemiz imkânsız. Lakin bunların çeşit ve miktara açısından insana oranla milyarlarca kat fazla olduğunu hepimiz biliriz. Peki, bütün bu canlıların rızkını insanlar ya da bu tezlerin sahipleri mi veriyor? Hayır! Bilakis insan, hem diğer canlıların rızkını gasp ediyor, hem de onları tüketerek hayatta kalıyor. Demek ki dünyanın 7 veya daha fazla insanı besleyememesi sadece şeytanî bir iddiadan ibaret. Buna inanmakta saflıktan başka bir şey değil.
Kaldı ki insan sömürme konusunda pek mahir olan batılının, insanların açlığını dert ediniyor olabileceğini düşünmek de neyin nesi? İnsanlığın iyiliği için kıllarını bile kıpırdatmayan bu türlerin, bütün dünyanın dahası gelecek nesillerin açlığını dert edinmesi nasıl mümkün olabilir? Elbette dertleri bu olamaz, değil de zaten. Asıl amaç, hocaları iblisin mücadelesine destek olmak, yani yaratılışı değiştirerek ekini ve nesil özelinde her şeyi mahvetmek. Bu sayede kan, gözyaşı ve sömürü üzerine kurulu düzenin devamı için kendilerince riskli gördükleri insanları yok etmek istiyorlar. Bunu başara bilmenin yolunun öncelikle insanlığın ortak mülkü olan tohum yapısını değiştirip, mülkiyetlerine geçirmek. Genetik bilimi veya biyoteknoloji sayesinde tohuma ekledikleri veya azalttıkları yeni özellikler sayesinde diğer tohumları da değiştirerek, tüm insanlığı kendilerine bağımlı kılmak. Bugüne kadar denedikleri hiçbir metot bekledikleri kesin neticeyi vermedi. Aksi durum Allah (c.c.)’ün vadine aykırı olur ki, Allah buna müsaade etmezdi, etmedi de. Ancak bu onların başarısız oldukları anlamına gelmiyor.
Allah (c.c.) bu dünyada kim gayret ve eden mücadele ederse, bu cehdinin karşılığını vereceğini vaat eder. İblis, Allah’a bir vaatte bulundu ve onu gerçekleştirmek için durmaksızın gayret ediyor. Biz insanlarda bir söz verdik ama çoğunlukla bizler sözümüzde durmuyoruz. Onlar çalışıyor ve neticesini bir şekilde elde ediyorlar. Tıpkı tohumları kısırlaştırdığı gibi yaratılışı değiştirip, bizleri kısırlaştırıyor. Bugün ülkemizde yeni evli her üç ciften biri kısır ne yazık ki! Her köşe başında tüp bebek merkezleri kurulmuş durumda. Yakın gelecekte (ki bu çok değil 25-30 yıl) her üç kişiden ikisi kısır olacak. AB verilerine göre yarım asır içinde her yüz kişiden sadece beşi normal yollarla çocuk sahibi olabilecek.
Allah-ü Teâlâ bizden sadece “helâl” olanları değil, helallerin içindeki ”tayyib” olanları tüketmemizi emreder. Başka bir ifadeyle helâlliğin diğer bir koşulu da tayyib[4] olmasıdır. Oysa bizler, çağdaşımız batılı toplumlar gibi yaşamaya başladığımızdan bu yana, onlar gibi yiyip içiyor, onlar gibi hastalanıyor ve onlar gibi ölüyoruz. Hz peygamber (s.a.v.) ve Ashab-ı Kiramın örnekliği sadece sözlerimizi süsleyen dilek ve temenniden ibaret. Bizi batılılardan ayıran çok şey kalmamış gibi gözüküyor. Maazallah aramızdaki fark hızla kapanıyor.
Onlar yatılışı değiştiriyor, biz ya sessiz kalarak ya da onları tüketerek destek oluyoruz. Onlar hibrit ve GDO gibi adlarla tohumumuzun yapısını değiştirip mülkiyetlerine geçiriyor, biz bunları tüketerek kısırlaşmaya razı oluyoruz. Onlar yapıyor, biz seyrediyoruz. Hatta onar emrediyor biz hipnoz olmuş kimseler gibi emirlerini yerine getiriyoruz. Bu sayede hikmetten ve gerçekten hızla uzaklaştık ne yazık ki! GDO’yu’da hibriti de bize dokunmayan yılan misali kabulleniyoruz. Dahası hibrit yapmak mahir şeymiş gibi topluma yasalarla dayatıyoruz.
Hibrit, hangi teknikle yapılırsa yapılsın tabiattaki halinden çok farklı olarak canlıların geninin azaltılması işlemidir. Verimlilik masalıyla bir yandan mülkiyet hırsızlığı, diğer yandan da besin hırsızlığı yapılıyor. Genel bir yanlış kanaat ise, genetik yapısı yani fıtratı değiştirilenlerin sadece tohumlar zannedilmesidir. Oysa bu teknikler hem bitkiler, hem hayvanlar hem bakteriler, hem virüsler hem de insanlar için uygulanmakta. Bu sadece iblisi eylemin sahiplerinin “Tanrıdan önce kıyamet” ifadelerinde olduğu gibi, insanın kendi kıyametini hazırlaması! Bu kıyamete, şeytanî eylemlerin arka planını bilmeden ulu orta fetva verenler ile sesiz kalan bizler de suç ortakları olarak haşr edilebiliriz. Tevbe ve önlem almazsak gidişatımız bundan beri değil.
Allah (c.c.) -hâşâ- hiçbir canlıya zulmetmediğine göre, içine düştüğümüz acıklı girdap ve “başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.”[5] Kimse kendinden başkasını suçlamaya kalmasın!