Gazze’de Bir İşgal Yaşanıyor!
31 Haziran 2010'da, işgalci Yahudi varlığı tarafından saldırıya uğrayan İHH. Gemisi Mavi Marmara'da 9 kişinin ölümü ile sonuçlanan olayın üzerinden günler geçmiştir. Dünyayı ayağa kaldıran hararetli ortamdan geriye sadece havada uçuşan, hiçbir yaptırım gücü olmayan, basit, cüce demeçlerin titrek ve korkaksı seslerinin yansımaları kalmıştır.
Gazze'ye düzenlenen insani yardım birileri için iyi niyetler çiziyor olabilir fakat asıl gerçek bu değildir. Duyguların kabardığı ortamlarda insanlar asıl gerçeklerden ya uzak kalır veya gerçekleri görmek istemezler. Bu olayda da böyle olmuştur.
Şunu biliyoruz ki; Gazze'de büyük bir sorun vardır. Buna; “insani bir problem yaşanıyor” diye bir yaklaşımsa hataların en büyüğüdür. Gazze'de bir insanlık dramı, insanlık ayıbı yaşanmıyor. Gazze'de bir işgal yaşanıyor! Bu işgal sadece Gazze'de değil Filistin'in bütününde, Irakta, Afganistan'da, Kafkaslarda ve diğer İslam beldelerinde kendini göstermektedir. Fakat Yahudi varlığının işgal ettiği yerlerde bu durum daha vahşi bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
İşgal edilmiş bir yer için “insani yardım” (bu söylemin uluslar arası örfte ve antlaşmalarda afet, açlık, hastalıklar, büyük maden kazaları gibi durumlarda geçerli olduğunu bilinmektedir. Uluslar arası savaş kurallarının işlediği savaş ve işgaller için ise savaş kurallarından kaynaklanan antlaşma ve sözleşmeler devreye girer. Tabii ki bu bahsettiğimiz hususlardaki kuralların şu an ki hali ile hiçbir İslamî yönü yoktur.) ne kadar söz konusu olabilir ki?! Böylesi durumlarda “insani yardım” ve sivil örgütlerin kullanılmasının tek bir yönü olabilir o da siyasi hedeflere ulaşma maksatlıdır.
İHH'nın organizesinde düzenlenen Gazze'ye yardım amaçlı seyahat birçok devletin istismar ettiği bir konu haline dönüşmüştür. Fakat olayları daha derinlemesine incelediğimizde bu olayın arkasında ABD'nin olduğunu görürüz. Kısaca biraz geriye giderek bu sürece nasıl gelindiğine bir bakalım.
- Suriye-İsrail ilişkilerinde bir yol alınması için, Türkiye daha önce aracı devlet rolünü üstlenmiş (2007 yılında Türkiye'nin İsrail ve Suriye arasında görüşmelerin başlaması için arabuluculuk yapması yeniden gündeme geldi. Erdoğan'ın Nisan 2008'te Suriye'ye gerçekleştirdiği ziyarette arabuluculuk konusu gündeme geldi. Türkiye her iki tarafın mesajlarını birbirine iletti, istenen güvenceler konuşuldu, aracılı görüşmelerin gerçekleşmesi için ortam hazırlandı. Nihayet 21 Mayıs'ta İsrail ve Suriye yetkilileri Türkiye'nin gözetiminde aracılı görüşmelere başladıklarını ilan ettiler. stargazete ) fakat bu girişim Yahudi varlığının çekilmesi nedeni ile başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
- Mısır üzerinden Gazze'ye giden yardım konvoyu saldırıya uğramıştır. (06.01.2010- Dün akşam saatlerinde Mısır, aniden Filistin konvoyuna taş, sopa ve biber gazlı bir saldırı düzenlemişti. Filistin konvoyu, hem Ariş limanının dışından hem de daha önceden içeriye sızan Mısır polisinin saldırısına uğramıştı. israhaber) zor da olsa neticede konvoy Gazze'ye giriş yaptı.
Bu girişimler Yahudi varlığının masaya oturtulması için Türkiye üzerinden ABD'nin uyguladığı siyasi manevralardı. Fakat her defasında Yahudi varlığı bölgede kalıcı hiçbir antlaşmaya oturmak istemediğini gösterdi.
- Amerika'yı asıl kızdıran mesele ise Yahudi varlığının İran'ın nükleer santrallerini vurma arzusunun önüne geçememesinden kaynaklanıyor. Yahudi varlığı iki seneye yakın bir süredir İran'ın nükleer santralini vurmak için fırsat gözetmekte, her defasında ABD tarafından bu önlenmektedir. (Yakın bir gelecekte İsrail'in İran'ın öncelikle nükleer tesislerini hedef alan bir hava saldırısı düzenleme ihtimali dışlanmamalıdır. Cumhuriyet) Yahudi varlığı bölgede kendi gücünden üstün bir gücün olmasını arzulamamaktadır. Amerika ise dostu(!) İran'ın bölgedeki varlığına şu an zarar gelsin istememektedir. Yahudi varlığı bu noktada arkasına ekonomik ve siyasi çöküntü içerisinde olan Avrupa Birliği (AB) kışkırtmacılığı alarak bir savaşın doğmasına öncülük etme meyillidir. Amerika ise o bölgede şu an bir savaşa girecek kadar kendini hazırlıklı görmediği gibi zararına olacağına kanidir.
ABD'nin bilgisi dâhilinde Brezilya-Türkiye-İran nükleer uranyum takas antlaşması gündeme gelmişti. (Türkiye ve Brezilya'nın arabuluculuğunda İran'ın ‘evet’ dediği uranyum takas anlaşmasına karşın BM Güvenlik Konseyi'nden Tahran'a karşı yeni yaptırımları geçiren ABD yönetimi, takas anlaşmasının "hâlâ masada" olduğunu bildirdi. haberayna -11.06.2010)
Bu kısaca bahsettiğimiz hususlarda yansıdığı gibi Yahudi varlığının gösterdiği tavırlar bölgede kargaşanın çıkması yönündedir. Yahudi varlığının temelinde şiddet, kan ve fitne vardır. O da bilmektedir ki bölgede suların durulması; şu an hem ekonomik, hem siyasi zorluklar içerisinde olan ABD'nin işine yarayacaktır. Ayrıca ABD bu günkü sınırlar çerçevesinde Yahudi varlığından Filistinlilerle anlaşmasını istemektedir. Bu en azından şu an için de olsa Amerika'yı bölgede rahatlatacak siyasi bir girişimdir. Fakat Yahudi varlığının şımarık çocuğu ABD'nin bölge siyasetini zora sokmaktadır. Bundan rahatsızlığını Amerika çeşitli vesilelerle dile getirmektedir.
Dolayısı ile Yahudi varlığına daha ciddi girişimlerin gösterilmesi için ABD'nin isteği üzerine Türkiye'den böyle bir girişime öncülük etmesi istenmiştir. Ayrıca böylesi bir operasyonun günler öncesinden planlandığı da bir gerçektir. (İsrail'in insani yardım gemisine yaptığı kanlı baskın hakkında yeni detaylar ortaya çıkmaya başlıyor. Katliamdan sonra propaganda haberlerine ara vermeden devam eden İsrail basını yeni bir iddiayı ortaya attı. İddiaya göre ABD İsrail'i baskın konusunda cesaretlendirdi ve göz yumdu. ABD yönetimi, Mavi Marmara baskınından sonra "Operasyondan haberimiz yoktu" açıklamasını yapmıştı. Ancak Arutz Sheva gazetesinin haberine göre Obama operasyonun detayları için İsrail ile pazarlık bile yaptı, göz yaşartıcı bomba ve aşırı şiddet kullanılmaması konusunda uyarıda bulundu. İsrail komandoları tarafından 30 Mayıs'ta Gazze'ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda gerçekleşen ve 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan baskının ABD ile istişareler sonucu yapıldığı iddia edildi. İsrail'de yayınlanan Arutz Sheva gazetesinin Amerikan diplomatik kaynaklara dayanarak verdiği habere göre İsrail, gemiye baskın düzenleyeceği bilgisini günler öncesinden ABD Başkanı Barack Obama'ya bildirdi. dunyabulteni)
Fakat Yahudi varlığı bu girişimin kendine barışçıl yaklaşımdan öte baskı amaçlı olduğunu anlamış olacak ki Amerika'yı dinlemediği gibi hiçbir antlaşma ve uluslar arası hukuk (!) gözetmeksizin şiddetli bir şekilde askeri baskınla yanıt vermiştir.
ABD'nin bölgedeki menfaatlerine öncülük etmek için böylesi bir atılım Türkiye için ne gibi menfaatler getirecekti bir de ona bakalım.
Yahudi varlığı bölgede iki ülke tarafından beslenmekte ve onlardan tam destek almaktadır. Biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri ise Mısır’dır.
Mısır’ın son dönemlerde bölgedeki etkinliği gittikçe düşmeye başlamıştır. Ayrıca Gazze bölgesine bir destek Hamas'a destek anlamına gelir ki bu da Mısır içerisinde İslami hareketlerin(!) aktifleşmesini sağlar. İç siyasette malzeme haline getirilip bölge Müslümanları üzerinde etkisiz bırakabilir. Dolayısıyla Mısır'ın ve Suriye'nin Hamas'ı kontrolü yerine Türkiye üzerinde Hamas'ın kontrolü sağlanacaktır.
Nitekim de öyle olmuştur. Türkiye'nin yaklaşımları çerçevesinde Hamas'la varılan antlaşmaya göre, Yahudi varlığının son Gazze saldırısından sonra, Yahudi varlığı bölgesine tek füze dahi atılmış değildir. Ayrıca Hamas'ın uyumlu hale getirilmesi için Türkiye elinden geleni yapmaktadır. (Başbakan, Hamas'ı, Arafat gibi barış ödülü alabilecek bir örgüt haline gelmeye teşvik ederse, hele de nüfuzunu o yönde kullanırsa hem Türkiye'nin "yumuşak gücü" çok daha güçlenir, hem Netanyahu politikalarına karşı elimiz daha da güçlenir. Milliyet -8 Haziran 2010. Bir Rus gazetesinin sorusu üzerine Gül ve Medvedev, Ortadoğu sorununa ilişkin benzer bir yaklaşımı ortaya koydu.
"Hamas dışlanamaz" mesajını veren Gül, bölgenin bazı grupları dışlayarak barış tesis edilemeyeceği uyarısını yaparken "Bu konuda Rusya'nın çabalarını takdir ediyorum" dedi. Radikal -12.5.2010)
Ayrıca bu çıkışları ile Müslümanların teveccühünü kazanan Türkiye, İran ve Suriye'nin güdümünde bulunan Hizbullah'ında kontrolünü eline geçirmek istemektedir. Nitekim son Gazze olayı ile bağlantılı olarak İslam âleminde liderlik koltuğuna oturmayı başaran(!) Türkiye ile Hizbullah arasında sıcak gelişmeler yaşanmaktadır. (Nasrallah, "Türkiye konuyla en fazla ilgilenen ülkedir. Ben Türklerin özgürlük gemisindeki varlığının bu filoya ek değer kattığını düşünüyorum. Türkiye gerçek bir bölgesel güçtür, İsrail bu yüzden Türkiye'den çekinmektedir ve Türkiye ile ilişkilerin kesilmemesi için hesaplar yapmaktadır. arenagazetesi -5 Haziran 2010) Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Türkiye'nin İsrail ile arasındaki son gelişmelerden sonra bölgede durumun çok farklı olacağını belirterek, "Türkiye hem Arap dünyasını hem İslam dünyasını kazanacak; hem Arap hem de İslam dünyasında önemli bir yere sahip olacaktır" dedi. 12:35 | 05 Haziran 2010 habergec)
Bu fırsatları Türkiye kendi kendine yakalamış değildir. Amerikan politikasının Türkiye üzerinde etkin rol oynamaya başlaması ve ABD eksenli bir siyasetin yürütülmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim olay sonrası yapılan açıklamalara baktığımızda Amerika'nın beklentilerine göre bir siyaset yürütüldüğü ortadadır. Ayrıca son olayda da Amerikan parmağı olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. (İsrail'i kınamaktan kaçınan Obama, kanlı saldırı ile ilgili olarak ilk kez konuştuğu CNN'de Larry King'in sorularını cevaplandırdı. Obama, King'in, ''Eski Başkan Carter, Gazze'ye yönelik ablukayı kırmaya çalışan filodaki gemilere yönelik İsrail'in saldırısını kınadı. Siz bu konuda nerede duruyorsunuz? Eski bir Amerikan Başkanı kınadı'' sorusu üzerine şunları söyledi: ''Şu anda önemli olan, bölgedeki mevcut kördüğümden çıkmamız ve bu trajediyi bir fırsat olarak kullanmamız. Böylece İsrail'in güvenlik kaygılarını nasıl karşılayabileceğimizi, ancak aynı zamanda da Filistinliler için fırsatlar açmaya nasıl başlayabileceğimizi, tüm ilgili taraflarla nasıl çalışabileceğimizi çözebiliriz. Tüm bu süreçte Türkiye'nin de olumlu bir sesi olabileceğini düşünüyorum. Bu trajedi üzerinde çalıştığımızda ve herkesi bir araya getirdiğimizde, İsrailliler ve Filistinlilerin barış ve güvenlik içinde yan yana yaşayabilecekleri iki devletli çözüme nasıl ulaşabileceğimizi de çözebiliriz'' CİHAN -04.06.2010)
Kısaca özetlemeye çalıştığımız bütün bu olaylardan ortaya çıkan netice şudur ki; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve yöneticileri Müslümanları bir kez daha aldatmıştır. Müslümanlara ihanet etmiş onların duygularıyla oynamışlardır. Hem de bu sefer Müslüman kanı dökülmesine göz yumarak bu işi gerçekleştirmiştir. Uluslar arası sularda Yahudi varlığının önüne hiçbir koruma olmadan gönderilen bu insanların göz göre göre öldürülmesine seyirci kalınmıştır. BM'ler, NATO, Arab Birliği, İKO (İslam Konferansı Örgütü) nezdinde ateşli sözlerle, bir iş yapıyormuşçasına, bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturarak fırtınalar kopartan Türkiye yöneticileri elleri boş, gönülleri ise Amerika'nın işlerini getirmekle huzurlu bir şekilde yerlerine oturmuşlardır.
Şu ana kadar bu örgütlerden Yahudi varlığı hakkında hiçbir müspet sonuç çıkmadığını bile bile böylesi bir çığırtkanlık yapmanın anlamı ne! Olsa olsa Müslümanların duyguları ile oynamak, olayların gerçek çehresini gizlemektir. Nitekim oynadılar da! Nitekim Türk bayraklarını ve Tayyip Erdoğan posterlerini birçok İslam beldelerinde ellerde taşıttırdılar, insanları sokaklara döktüler, onları ateşli konuşmalarla yönlendirerek asıl yapılması gerekenleri unutturdular.
Duygular kabardığında insanlar siyasetin gerçek yüzünü görmede zorlanırlar veya göremezler. Bu da meseleye ideolojik açıdan bakamadıklarından kaynaklanmaktadır. İşte o göremedikleri ve alkış tuttukları başlıklardan birkaçı:
-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İsrail'in Gazze'ye yardım götüren gemilere yönelik saldırısını, ''gerekçesi ne olursa olsun uluslararası hukuka tamamen aykırı bir devlet terörü'' olarak niteleyerek, ''Bu saldırı mevcut İsrail Hükümeti'nin bölgede barış istemediğini bir kez daha açık ve net olarak ortaya koymuştur'' dedi. (ntvmsnbc)
-Biz uluslararası yasalardan yana olmayı sürdüreceğiz. Biz, İsrail halkına karşı değiliz. Ancak Netanyayu, bu korsanlık ve de terör eyleminin sorumluluğunu üstlenmelidir" (18.06.2010 –Zaman)
-Erdoğan, İsrail hükümetinin, kendi ülkesinin güvenliğini tehdit eder derecede etrafına düşmanlık yaydığını belirterek, "Bu politikaların, başta İsrail olmak üzere kimseye bir faydası yoktur. İsrail, yaklaşımını ivedilikle gözden geçirmelidir. Bizim İsrail halkıyla bir sorunumuz yok. Bizim ve insanlığın İsrail yönetimiyle sorunu var." diye konuştu. (03.06.2010 -israhaber)
-Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin (TİM) Genel Kurulu'nda konuşan Erdoğan şunları söyledi: Bugün bizim yaptığımız sadece dostluğu koruyabilme gayretiydi. Ama İsrail yönetimi maalesef bunun farkında olmadı ve tarihi bir yanlışı yaptı. (04.06.2010 -turktime)
-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, açılış için gitti Konya'da konuşmasında İsrail'e hitaben Tevrat'tan bir alıntı yaptı ve İbranice seslendi: Lo tir'tsach -öldürmeyeceksin dedi. (04. 06. 2010 -internethaber)
Altını çizdiğimiz ve daha burada alıntı yapmadığımız birçok açıklamalarda meseleye hangi boyuttan yaklaşıldığı ortadadır. Yahudi varlığının devlet olarak kabul edilmesi, meselenin uluslar arası hukuka (!) havale edilmesi, insan hakları sorunu olarak görülmesi, Tevrat'tan alıntılar yapılması vs...
Bütün bunların yanında Yahudi varlığının elçilerinin kovulmadığı gibi hiç bir ticari ve askeri antlaşmanın da iptal edilmeyeceği de söz konusudur. Maalesef bunun yanında vatandaşını korumaktan aciz bir ordu ile karşı karşıya kalınmıştır.
İskenderun'da öldürülen 6 askerin ve son günlerde yeniden tırmanışa geçen PKK olaylarının arkasında İsrail parmağı olduğu (AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, "Olayın tesadüfî olmadığını düşünüyoruz. İskenderun limanının çok içeride olması şüphelerimizi artırıyor" dedi. turktime -01 Haziran 2010 Salı 06:28) bilindiği halde bir hiçbir askeri icraat ortaya konmuş değildir. Hatta korumayı geçelim askerlerden şu açıklamanın dışında doğru-dürüst bir açıklama dahi gelmemiştir:
Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yer alan bilgi notunda şöyle denildi: ''İsrail Genelkurmay Başkanı bugün saat 16:00'da Genelkurmay Başkanını telefonla arayarak, Doğu Akdeniz'de meydana gelen olay hakkında bilgi vermiştir. Görüşme esnasında Genelkurmay Başkanının, İsrail Genelkurmay Başkanına, uluslararası sularda meydana gelen bu olayda askeri güç kullanılmasının, vahim ve kabul edilemez olduğunu ve olaya bu şekilde müdahale edilmesinin ortaya çok ciddi sonuçlar getirdiğini belirtmiştir.'' (haberpan -31 Mayıs 2010)
Yahudi varlığı ile kirli ilişkileri bulunan, silah ihalelerinde Yahudi varlığı ile generallerin gizli ilişkilerinin ve sözleşmelerinin olduğunu düşünürsek bu ordunun yerinden bir adım ileri gideceğini elbette düşünemeyiz. Vatandaşını koruyamayan bir ordunun kimler için var olduğunu, ne için varlığını sürdüğünü elbette sorgulamak gerekir.
Şunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Yahudi varlığı bir devlet değil işgalci bir varlıktır. Onunla devlet ilişkileri temel alınarak hiçbir siyasi, ticari ve askeri antlaşma yapılamaz.
“İnsani yardım” amaçlı hareketlerin arkasına saklanarak, “bu bir insanlık ayıbıdır” diyerek hareket etmek olayı saptırma ve korkaklığın ürünüdür.
Şu ana kadar İslam beldelerindeki hain yöneticiler v ede zincire vurulmuş askerlerden doğru-dürüst bir icraat ortaya konmuş değildir. Hele hele İslamî bir çözümden ise asla bahsetmiş değillerdir ve edemezler de!
Bu mesele Müslümanların acilen çözmesi gereken meselelerinden bir tanesidir. Bunun çözümü tahrif edilmiş ve hükmü kaldırılmış Tevrat'tan değil Kur'an’dan alınır.
“Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mümin bir toplumun gönüllerine şifa versin.” (Tevbe 14)
Yahudi varlığını yok etmenin, Gazze, Batı Şeria ve diğer bölgeler üzerindeki ablukayı önünden ve arkasından kırmanın yegâne tek yolu işte budur...
Sizlerin Kur'an diline sahip bir kavme mensup olduğunuzu iddia eden ey Arap yöneticileri, sizlerin Osmanlı ailesinden olduğunuzu iddia eden ey Türkiye yöneticileri, sizlerin "İsrail'i" haritadan dahi silecek üstün bir güce sahip olduğunuz yaygarası yapan ey füzelere sahip yöneticiler işte yegâne yol budur. Şu anda hani neredesiniz ey İran ve Pakistan yöneticileri?!
Yaygaralar koparttığınızı işittiğimiz halde niçin hiçbir icraat göremiyoruz? Yoksa koparttığınız bu yaygaralar kamuoyunu aldatmak ve onlarla alay etmek için midir?
İşte yegâne yol budur ey insanlar! O halde dosdoğru sahih çözüm dururken ne diye nerde eğri büğrü çarpık çurpuk bir çözüm varsa onların peşine düşüyorsunuz?!
İHH büyük bir uğraş büyük bir savaş verdi. Gerisi siz kalem tutanların ve devletlerin işi. İHH için hiç kolay olmadı. Sizin için de kolay olmayacak.
Temmuz 1st, 2010 at 18:31