Gazetecilik Bu Şekil Yapılmamalı
Hürriyet Gazetesi’nden Yılmaz Özdil’in geçen gün “Gazeteci karnesi” başlıklı yazısına bayıldım.
Tamamen zeka kokan kıvrak üslubu ile kendi mesleğini böylesine güzel eleştirebilen yazar sanırım çok azdır.
Diyor ki; “Türkiye'de ‘üç hayati işi’ canı çeken herkes yapabilir de, ondan...
Siyaset.
Müteahhitlik.
Gazetecilik...”
Gerçekten de, bu ülkede siyasal bilimler fakülteleri olmasına karşın, siyaset alanında sırtını yaslayacak bir dayı bulan, mesleği ya da öğrenimi, bilgi ve görgüsü ne olursa olsun, siyaset arenasına istediği gibi çıkıyor, hatta bizleri yönetecek şekilde milletvekili ya da bakan bile seçiliyor.
Geçmişe baktığımızda, bu ülkede kimlerin bakan olduğunu görünce, daha bir hak vermek gerekiyor Yılmaz Özdil’e...
İlkokul mezunlarının günümüzde ehliyet bile alamadığını, ancak rahatlıkla milletvekili olduğunu biliyorsunuz, değil mi? Hatta bakan bile oluyorlar!..
Allah’tan Cumhurbaşkanlığı için üniversite mezunu kriteri var da, oraya çıkartmıyoruz bazılarını!
Yine, bu ülkede onlarca üniversitenin, onlarca inşaat fakültesi var. Buradan mezun olanlar, inşaat mühendisi sıfatıyla hayata atılıyor.
Ama müteahhit olmak için diploma değil, para ve dayı aranıyor.
Parayı cebine koyan, yolunu da bilen, müteahhitlik karnesini de cebine koyup, bu ülkede istediği gibi hayati öneme sahip binaları, çürük-çarık yapabiliyor. Kimse de, “ne yapıyorsun?” diyemiyor.
Sonra da, bırakın öyle güçlü depremleri, 3-5 büyüklüğündeki depremlerde bile yerle bir olan binaların altında kalanlar için sadece birer Fatiha okumakla yetiniyoruz.
1999 depremlerinde onbinlerce insanımızı kaybettik, bütün hepsinin ceremesini de Veli Göçer adındaki bir müteahhide ödettik ve ödetiyoruz.
Sanırsınız ki, depremde yıkılan tüm binaları Veli Göçer yaptı. Diğerlerinin hiç bir suçu yok!..
Gelelim bizim mesleğe. Yine, gazeteci olmak için diplomaya miplomaya hiç mi hiç gerek yoktur, bizim camiada. Yeter ki, biraz fotoğraf çekmekten anla, biraz da üç beş kelimeyi bir araya getirebiliyorsan, oldun dört dörtlük bir gazeteci!..
Günümüzde, berber çıraklığı için bile sertifika ya da diploma istenirken, gazeteci olmak için hiçbir belgenin istenmemesi, ne kadar doğru acaba?
Yaygın basın olsun, yerel basın olsun, mektepli diyeceğimiz kişilerin sayısı o kadar az ki!.. Belki yüzde 10 veya 20 gibi... Geri kalanı ise alaylı.
Ülkede yanılmıyorsam 21 iletişim fakültesi ya da basın yayın ile ilgili yüksek okul var. Ve buradan mezun olan her yıl yüzlerce gazeteci adayı...
Her ne hikmetse, bu adaylar ya iş bulamadıklarından çok farklı alanlarda, farklı işler yapmak zorunda kalıyorlar ya da hiç paraya veya üç-beş kuruş karşılığında büyük medya kuruluşlarında istihdam oluyorlar.
Gördüğüm şu ki, biraz da okulda okurken, her biri kendini bir Uğur Dündar, bir Ali Kırca, bir Mehmet Ali Birand ya da ne bileyim, medyada isim sahibi olan ünlü bir gazeteci yerine koyuyor!..
Okul sırasında hasbel kader büyük medya kuruluşlarında kendilerine yer bulabilenler, okul bitince de büyük bir hayal kırıklığı içerisinde kalıyorlar.
Dışarıdan bakıldığında muhteşem bir ambalaja sarılmış olan yaygın medya, içine girildiğinde tam bir gayya kuyusu olduğunu bu şekilde gizlemiş oluyor. Böylesine bir gayya kuyusunun içine girmek ayrı bir dert, çıkmak apayrı bir dert.
Herkes birbirinin kuyusunu öylesine bir kazma telaşı içerisinde ki, gençlerin burada kendilerine yer edinmeleri ise tamamen mucizelere bağlı.
Yerel basına karşı da son derece ilgisiz ne yazık ki okul mezunu gençler. Dedik ya, okuldayken kendilerini öylesine yüksek hedefler seçiyorlar ki, okul biter bitmez, bu yüksekliğe bir iki adımda sıçrayacaklarını düşünüyorlar.
Bazıları da, dediğimiz gibi hasbel kader büyük medya kuruluşlarında kendilerine yer bulabilirlerse, öncelikle koşturması daha çok olduğu için, ya polis muhabirliğine, ya da magazin muhabirliğine yollanıyor. Yine dediğimiz gibi, ya hiç paraya, ya da üç otuz para ile günün neredeyse 24 saati bazı sosyetik kulüplerin veya barların kapısının önünde nöbet tutmayla geçiyor.
Son magazin olaylarına baktığımızda, (ki, artık medyanın neredeyse tamamı magazinel bir yöne doğru kaymaya başladı) medyanın kendi Frankeştaynlarını da yarattığını görüyoruz.
Artık, özel hayat diye bir şey kalmadı. Magazin haberi yapıyoruz diye, en ünlüsünden, en şapşalına kadar bir takım insanları, döndüre döndüre ya ekranlara taşıyorlar, ya da gazete sayfalarına...
Ülkede, tam anlamıyla medya maymunları türedi ya da türetildi.
Bir Hüsnü Şenlendirici olayı var ki, tam anlamıyla evlere şenlik bir durum.
Klarnetçi oldu bir mafya babası, metresi de mafya anası!..
Bunu yapan kim?
Tabii ki medya.
Sonra, adam bu kadar şöhretten, şımartılmadan sonra, peşine takılan kameramanın kamerasını da tokatlar, kıçına tekmeyi de basar.
Çünkü, oraya hak etmediği bir şekilde getirildi. Sanatıyla değil, yaşadığı sıra dışı aşkıyla. Sonunda da hazımsızlık yaptı.
Önceki gün de, Teoman isimli bir şarkıcı, bir gazetecinin gözüne okkalı bir şekilde yumruk attı.
Kendisini arkasından çekiştirip de, iki kare daha resim çekip, görüntü almak isteyen gazetecilerden kurtulmayı, ancak bir ikisinin gözünü şişirmeyle savuşturacağını sanan şarkıcı da, bu eylemini onlarca kişi önünde yaptı.
Asıl üzücü tarafı ise, peşindeki gazeteci ordusunun, olaya müdahale etmesi, tarafları ayırması gerekirken, “Efendim neden böyle bir şey yapıyorsunuz?” diye mikrofonları ağzına sokacak şekilde soru yöneltmesiydi.
Karşı tepki böyle olunca, zaten sarhoşluktan ayakta duramayacak bir halde olan Teoman efendi de, bastı yakası açılmadık küfürleri...
Burada, bu kadar tacizin ardından, yaşanılanların çok iyi irdelenmesi gerekir.
Artık, meslek kuruluşları bu hengameye son verecek önlemleri sıkı bir şekilde almalarını gerektirecek uygulamalarda bulunmalı.
Gazeteciyim diyerek, bu mesleği ciddi bir şekilde yapıp, gerçek anlamda gazeteci kimliği olanları böylesine zan altında bırakmaya hiç kimsenin hakkı yok. Üç tane uyduruk haber yapıp, reyting alacağız diye, insanların özel hayatlarına böylesine burun ve mikrofon sokup, gençleri böylesine farklı bir şekilde motive etmenin, gazetecilik ile hiçbir ilgisi yoktur.
Ayrıca, şunu da söyleyeyim ki, her türlü eksiğine farklılığına rağmen, yine de en dürüst olarak çalışan yerel basın mensupları. Herkes bunu böyle bilsin.
Belki aykırıları var, ama en azından mesleğinin gerekliliğini azami şekilde yerine getirme çabasında...