Gaflet; Dalalet; İhanet Siyaset!….
Siyaset, ikbal adına devleti, ele geçirme becerisi değildir. Devlet yönetimine, hizmet yarışı adına talip olma aracıdır.
Siyaset, “hizmet amaçlı” kutsiyetten uzaklaşıp, devleti, ikbal adına ele geçirme ve tek söz sahibi olma yetisini kapma yarışına yönelmişse… siyaset, kirlenmiş demektir.
Demokrasiye ihanetin başlama vuruşu tam da buradan başlar işte!..
Devamında da; ne adalet, ne hak ne hukuk ne de güçlü ve güvenli bir devlet bırakır ortada.
Kendisini var eden kurumlardan mahrum bırakılmış bir devlet, kendi yöneticileri eliyle, yok olmaya sürüklenmekte demektir. Böylesine ihanete uğramış bir devletin bekasından söz edilemez!… İhanetin yakasına yapışma hakkı da tam bu noktada doğar işte!..
Güvencesini yitirmiş bireyler, millet olmanın, ulus olmanın gereklerini yerine getiremez. Güven erozyonuna uğramış toplumların, kontrolsuz selden daha büyük tahriabata uğramaları kaçınılmazdır. Bir adım ötesi de kaos’tur. Kaos ise sonun başlangıcıdır!…
Böylesi kaotik ortamlarda birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularının zararsız geçiştirilmesi olası değildir.. Başta, mezhepsel ve ırksal kavgalar olmak üzere, çıkar kavgalarının zeminini hazırlayan en etkin faktör, devlete olan güvenin sarsılmasıdır. Düşmanın ve hainin hedefteki ilk saldırı noktası da burasıdır işte!..
Bu zafiyetlerdir ki; iç savaşlara zemin hazırlamakla kalmaz, günü geldiğinde savaşı kaçınılmaz kılar!…
Kamu haklarının öncelikle korunduğu ülkelerde, bu yarışta yer almak isteyen bireyler ve kurumlar için uyulması gereken mutlak-zorunlu siyaset kuralları konulmuştur. Bu kurallar bütününün adıdır demokrasi. Daha iyisi bulununcaya kadar da, en iyi yönetim şekli budur.
Demokrasilerde, kişi ve kamu haklarının korunması ve toplumsal düzenin eşitlikçi ilkelerle, hakça sağlanması için kurumlar oluşturulmuştur. Oluşturulan bu kurumlara da hem görevler hem de haklar ve yetkiler verilmiştir. Her kurum diğerinin haklarına halel getirmeden ve yetki sınırlarını aşmadan diğerini denetleme hakkına da sahiptir.
Kurumlar kendi haklarını savunmak kadar, diğerinin haklarını da gözetme görevi ile yükümlü kılınmışlardır.
Sorumluluk, yükümlülük, ve haklarla donatılmış olmanın adı, “güçler ayrılığı” ilkesidir. Güçler ayrılığı kapsamındaki temel kurumlar ise, herkesçe bilindiği üzere yasama, yürütme ve yargıdır. Tüm alt kurumlar, kuruluşlar, örgütler, bireyler bu üç temel kuvvete mutlak bağlı ve bağımlıdırlar. Güçler arasındaki, tertip düzen, yetki ve görevlerin yazılı olarak kayda alınmış şekli ise yasalardır. Yasaların bağlı olduğu temel ilke anayasadır.
Hiçbir kişi, kurum veya kuruluş, gücünü anayasadan almayan bir hakkı ve yetkiyi kullanamaz!.. Bunun yanında, hiçbir yasa anayasaya aykırı olamaz!.. Eğer bir hükümetin getirdiği yasaların büyük çoğunluğu anayasa mahkemesince iptal ediliyorsa, suç ne anayasada, ne anayasa mahkemesinde ne de iptal için başvuru hakkını kullananlarındır. Suç, anayasaya aykırı yasaları, ısrarla halka dayatanlardadır.
Demokrasi düşmanlığı da buradan başlar işte!..
Dayatmalar görevin kötüye kullanılması suçu olarak görülmelidir!.. Hele, sırf bu iptaller nedeniyle, gerek anayasa mahkemesinin yetkilerini kısıtlama, gerekse yapısını değiştirme gayretleri, “demokratik hak” olarak görülemez. Bu bir yetki gaspı olmaktan da öte, güçler ayrılığı üzerinde bir tahakkümdür!…
Siyasetin kirine bulaşmadıkça, hiçbir yönetim ve bu yönetime payandalık yapan siyasiler, demokrasilerde, bu yönlü bir yetki gaspını kendilerine hak olarak göremezler. Ve hele ki, kuvvetler ayrılığının önlerinde bir engel oluşturduğu şikayetleriyle halkın karşısına çıkmak, mantık, akıl, izan ve demokrasi ile açıklanabilecek bir davranış değildir.
Böyle bir beyanı mazeret olarak sunan kişi demokrat olamaz.. Ona yakışabilecek en uygun sıfat, olsa olsa; diktatör özentili aymaz olur!..
Demokrasilerde; kuvvetler ayrılığı gereği, hiçbir kurum ötekini vesayet altına alıcı gayretler içine giremez. Hiçbir kurum denetimden kaçamaz, denetim dışı da tutulamaz.
Bu gerçeğe rağmen hesap verme mercii olarak sadece “Allh’hı” gösteriliyorsa; bu dünya’dan, yani halktan kaçırılmaya çalışılan çok şey var demektir!…
Örneğin;
*Bir ülkede en akıllı, en başarılı kişiler, o ülke parlamentosundaki kişilerin, hükümet üyelerinin çocukları arasından çıkıyorsa,
*Bacak kadarları bile iş-güç sahibi olabilirken, milyonlarca yüksek öğrenimli gençler işsizse, *Bayan milletvekili eşleri olağanüstü görevlere getirilecek kadar “seçkin” iseler,
*Muhalif olmak, işini kaybetmeye yeter hale gelmişse,
*İhale alma ve mali denetimden kaçabilmenin tek yolu“yandaş” olmaksa… orada eşitlikçi yasaların hükmü kalmamıştır. Fermanlar, yasaların önüne geçmiş demektir.
***
Hiçbir sistem, kendisini yok edecek unsuru içinde barındırmak istemez.. Bu yüzden de ilkelerini ve kanunlarını oluştururken “değiştirilemez” ilkelerini de ta baştan koyar..
Kurucu iradenin kararıdır bu!..
“Değiştirilemez” ilkeleri görmezlikten gelmek, veya onları hiçe saymak, veya “arkasından dolanmak” gaflettir… bir adım ötesi de ihanet!…
Bu bağlamda, ülke bütünlüğüne yönelik eylemleri demokrasinin gereği olarak görmek de
Gaflettir, dalalettir… bir adım ötesi de ihanettir!.
Eyleme geçme noktasına kadar gelmiş bölünmenin “sınırlarını çizme” söylemlerini duymazlıktan gelmek nedir!?. Bu gaflet sonucu oluşan o aşiret devletinin başkanlarını, başbakanlarını kırmızı halılarda karşılamanın…ve işi; “memleket seninle gurur duyuyor” noktasına kadar getirmenin başka adı varsa; varın siz koyun!.. 40 yıldır dağlardan devlete rest çeken terörizme çözüm bulmayı, sorgusuz sualsiz özel mahkemeler kurmakta görme gafletinin bir adım ötesi nedir!?
Ya bu gün gelinen nokta!?…
Daha dün, “görüşen şerefsiz” sayılırken, bu gün, görüşmelere, çizilen bölünmüşlük sınırlarına karşı çıkanlara bu sıfatın yakıştıranlara ne demeli?
Soruyoruz!…Politik güç kullanarak, kişilik haklarının ihlaline göz yummak sadece gaflettir belki… Ama bu ve benzeri eylem ve söylemleri “demokratik hak” olarak görmek sapkınlıktan öte nedir!? Demokratik hak kullanımlarından onlarca suç türeden makamların, böylesine politik aymazlıklara, soruşturma izni bile vermeyip özel korumaya alması, sadece, siyasi kirlilik, siyasi aymazlık, siyasi, ahlaksızlıkla açıklana bilir mi!? Bir adım ötesi nereye açılır bu kapıların!?..
Siyasetin kiri içinde, ülkenin acil çözüm bekleyen sorunlarının kirlilikten uzak çözümlenmesi beklene bilir mi?
Siyaseti, kurgular üzerine oturtup, inatlaşmayı aklın ve izanın üstünde tutan ve parlamento çalışmalarını bireysel çıkarlara odaklayan, öfkeli bir politik sistemin adı demokrasi olabilir mi? Böyle bir sisteme “parlamenter” demek ne oranda tatmin edici değil ise, şu veya bu biçimde bir vesayetle oluşan parlamentodan “iyi şeyler” beklemek de o kadar saflık olmaz mı!?..
*
Hiçbir dönemde; Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde tariflediği, “gaflet, dalalet ve ihaneti” görmemeyi ve gösterdiği hedefe ve başarıya ulaşmada, muhtaç olduğumuz kudrete başvurmamayı, özellikle de buna gerek kalmamasını yürekten dileriz!.. 26.09.2013