Fountain Wolf…
Pazartesileri sevmiyorum, sevmeye çalışıyorum tam yakaladım şimdi sevicem derken... bir bakmışım cuma olmuş... Fountain Wolf ( Şair/Yazar/Düşünür/Göstergebilimci)
Hiç tanımadığınız bir insanın hayatına, hayatına ne ki zihnine düşüncelerine girmek, beyninin kıvrımlarının arasında dolaşmak… ve onu tanımaya çalışmak… film değil bu; ama onun gibi bir şey…
Ayrı yazı konusu olabilecek gelişmelerden sonra Hasan’ı ziyarete gittim. Havaalanında çalışıyor Hasan, temizlik getir götür işleri… hani bavulları taşıyan arabalar var ya onları filan derler toplar. Ona sorsan tabii kendini böyle anlatmaz ya, neyse… bir de girişkendir hasan… yapmadığı yapamayacağı iş yoktur. Sizin anlayacağınız her deliğe burnunu sokar.
İşte bu Hasan’ı ziyarete gittiğimde ( Hasan yeri gelir çok çalışır görünüp hiçbir iş yapmaz, araziye uyar… bir deliğe girer başka bir delikten çıkar…) kayıp eşya bürosundaydı… büro dediğim de koca bir depo… rastgele istiflenmiş eşyalar, düzenli istiflenmiş eşyalar v.s ( burası da ayrı bir hikaye…)
Hani haberini yaparlar unutulan eşya açık artırmaları… bir de açık artırmaya girdiği halde satılmayan, belki de ( görevlilerin üşengeçliği ya da “bunları kim alsın?” tarzı akıl yürütmeleri sonucu) açık artırmaya bile giremeyen unutulmuş eşyalar…
Bu kadar şeyi “üstü kapalı da olsa” anlattığıma göre; alıcısı çıkmamış belki alıcısı ile hiç buluşmamış bir sürü “ıvır zıvır” eşyayı toplayıp oradan “göstere göstere” çıktığımı ( Hasan sağ olsun!) söylememe gerek yok sanırım. Şimdi o eşyaları sayıp dökmeye gerek yok, sanırım ilerleyen zamanlarda teker teker onları da anlatmaya başlarım…
Bir sürü ajanda vardı günlük niyetine kullanılan. İrice bir sırt çantasının içine tıkıştırılmış… sadece ajandadan ibaret değildi tabii sırt çantası… bir kadına ait olduğunu hissettirecek kadar “kadınsı” eşya… gelişi güzel karıştırılmış çanta…
“Sahibini kesin bulurum” biraz didikledikten sonra çantayı dedim kendi kendime… illa ki bir yerlerde sahibinin kimliğine dair bir şeyler çıkardı. Hem sevaba bile girerdik belli mi olur?
Balkonda çantadan “rastgele” aldığım ajanda/ günlüğü karıştırırken rastladım bu cümleye: “pazartesileri sevmiyorum, sevmeye çalışıyorum tam yakaladım şimdi sevicem derken... bir bakmışım cuma olmuş...” tabii yazan cümle böyle değildi… İngilizce yazıyordu, el yazısı inanılmaz bozuktu… benimse İngilizce bilgim bozuktan da beterdi…
Bir yandan el yazısını, yazı stilini karakterini anlamaya çalış… bir yandan da ne yazdığını… ilk anladığım şu oldu: İngilizler ( İngilizce yazılmış diye yazanı da İngiliz sayıp geçtim, hata yaptığımı anlamam biraz uzun sürdü) okulda bize öğretildiği gibi “Mr Brown, Mrs Brown”lı cümleler kurmuyorlardı. Tabir caizse senin benim gibi “ halk dili” ile yazıyorlardı… ve sanırım benim yazar da ağzı bozuk biri idi… ( kelimelerin sözlükteki birinci anlamları ile okumaya çalıştığımda alakasız gözüken cümleler, 5. 7. anlamları ile düşününce bir anlam kazanıyordu; en azından bana göre)
Ve yedi buçuk aylık çabalarım sonucu karşınızda şair/yazar/düşünür/göstergebilimci Fountain Wolf!!!