06 Oca
İlk fitne şeytanın yaptığı bir isyan olup, bunu sürdürenler de şeytanî bir mesleğin icracılarıdır. Çıkarılan fesat, yapanı kişiliksiz kılmakla kalmaz, toplumu birbirine düşürür.
Fitne-fücurla meşgul bir kişi, hem şeytanın meslektaşı, hem de o melunun iş ortağıdır. Bir fitnekârın yaptığı en kötü şey, fıtratla savaştır.
Tarih boyunca çok sayıda bozguncu, sayılamayacak kadar azgınlık ve sapkınlığa yol açmış ve bunlarla ilgili ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır. Hz Osman (r.a.)’ın şehid edilmesi de fitne yüzünden... Yine fitne, Hz Âişe annemiz ile Hz Ali (k.v.) arasında Cemel Vak’ası hadisesinin yaşanmasına bile neden olmuştur.
Kuşkusuz, Allah’ın kargaşa çıkaran bir kimseyi sevmesi beklenemez. Kur’an-ı Kerim Kasas Suresi 77’de bu meseleye karşı, “Yeryüzünde fesat çıkarma! Çünkü Allah bozguncuları sevmez” diyerek uyarılıyoruz.
Fitne kadar fitneye yol açan sebeplerde önemlidir. Çünkü fitne, sadece bozguncunun kötü hali nedeniyle değil, aynı zamanda bizim konuyu tahkik etme zaafımızın eseri de olabilir.
Cenab-ı Hak (c.c.) bizi Hucurat Suresi 6’da bu konuda şöyle uyarıyor: “Ey iman edenler! Günah işlemeyi alışkanlık haline getirmiş birisi size bir haber getirdiği zaman, onu mutlaka araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa zarar verirsinizde, sonra böyle yaptığınıza çok pişman olursunuz!”
İmam-ı Azam hazretleri fıkhı, “kişinin leh ve aleyhine olan şeyleri bilmesi” şeklinde tarif ediyor. Bu tarife göre her Müslüman’ın, İslam’ın rükünlerinin yanı sıra, yaşadığı çağa ait gelişmeleri de en iyi derece de bilmek, anlamak ve çare üretmek gibi bir mükellefiyeti var. Aksi halde fitneye maruz kalır veya fitnede rol alabilir. Hatta bu gün sıkça rastladığımız cehaletimiz yüzünden Müslümanlar olarak bizler de müfsit olabiliriz.
İster bir ailenin reisi, ister bir topluluğun lideri, isterse de bir ülkenin yöneteni olsun; asrın iblisi hallerinden haberdar olmadan yönettiği topluluğu nasıl koruyabilir? ‘Bilmiyordum’ diyerek kendini sorumluluktan kurtarabilir mi?
Fitne ateşini körükleyecek bir söz; kargaşa, kan ve gözyaşına hatta bir toplumun helakine bile yol açabilir. Ülkemizde zaman zaman çıkarılmak istenen mezhep, din veya etnik çatışma, çoğu kez toplumun basireti ile engellene gelmiştir. Ancak buna rağmen otuz yıldır yaşanan ‘terör,’ devreye Mü’min feraseti girene dek engellenememiştir.
Her çağda, kan ve gözyaşını gıda yapan şeytanın talebesi ve yol arkadaşı sapkınlar olacaktır. Hatta bunlar zaman zaman Mü’min kisvesi altında da aramızda dolaşabilirler. Ve yahut da Müslüman yapıların içine girip fesat çıkarmaya çalışabilirler. Onları uyardığınız da ise Kur’an’ın ifadesiyle ‘biz ifsat ediciler değil, bilakis ıslah edicileriz’ (Bakara 11) de diyebilirler. Hâlbuki onlar kendi ifade ettikleri gibi değil, entrikacı, tahrikçi ve bozguncudurlar. Çünkü onlar şeytani bir mesleğin sahibi olarak, dedikoduculuk yaparlar. Bazen iftira ve hakarette bulunurlar. Bazen tohumu, toprağı, nesli ve kâinatı tahrif ederler. Bazen fıtrî/tabiî düzeni bozup, insanlığın ortak değerlerini yağmalamaya kalkarlar. ‘Yapmayın’ denildiğinde de, Kur’an’ın ayetlerini bile kendi pisliklerine kalkan yapmaya çalışırlar.
İnsan bedeni güzel ve hoş olan her şeye karşı olumlu tepki verirken, çirkin ve kötü olan şeylere karşı da olumsuz tepkiler verir. Fıtratı bozulmamış bir kimse, kötüye de iyiye de gerekli tepkiyi verecektir. Fakat bozulmuşluk baskın hâle gelmişse, kişinin bunlara karşı algılayıcıları kapandığı için, iyiyi ve kötüyü seçemez hâle gelir.
Bu öylesine bir hâl alır ki; kişi kendi nefsine ya da başkalarına karşı yapılan, iyi/güzel, kötü/çirkin hiçbir şeyi ayırt edemez olur. Yani gül ile katranın kokusunu, bülbül ile merkebin sesini seçemez duruma düşer. Bu tür kimseleri fıtratına döndürmek, o toplumun üzerindeki farzlardan biri olsa gerektir.
Maddeperest bir kültürün hâkim olduğu günümüz dünyasında, insan nesli için öylesine kötü planlar yapılıyor ki; özellikle Müslümanlar bunlar hakkında bilgilenmek şöyle dursun, bu konularda kendilerini uyaran kimseleri ‘komplo teorisyeni’ hatta insanları ümitsizliğe sevk eden ‘bozguncu’ olarak bile niteleyebiliyorlar.
Oysa biz, yediklerimiz, içtiklerimiz, teneffüs ettiklerimiz ve hatta bilgi adına bize dayatılanlar yüzünden iyiyle kötüyü, dostla düşmanı ayırt edemez hâle gelmiş olabiliriz. Ne yazık ki durum önemli ölçüde böyledir de!
Beyhaki’de yer alan bir Hadis-i Şerif’te Efendimiz aleyhissalatü vesselam; “Ümmetimin fesada düştüğü bir zaman da, sünnetime sarılana yüz şehid sevabı verilir” buyurur. Bazen susmak iyidir ama fitne zamanlarında haine karşı, haklıdan ve mazlumdan yana olmakta Allah’a karşı vecibelerimizden olsa gerek.
Makam, dünyevî şöhret, gizliden başkası namına çalışma, kalplerde gizlenen materyalist aşk, içinde yer aldığı yahut yönettiği grubun çıkarları, kişileri ve yahut hizipleri hainlik yapmaya itebilir. Ya da zaten böyle olduğu için hep fırsat kollayıp duruyordur. Bu tür durumlarda bize düşen Allah ve Rasülü’ne müracaattır.
Cenab-ı Hakk’a müracaat edildiğinde, Ali İmran 103’de olduğu gibi, kulların ihtilaf ve tefrikaya düşüp dağılmaları yerine, Allah’ın ipine sarılıp kardeş olmalarının öğütlendiği görülür. Tabi ki düşünüp, aklendenler için bundan başka çare yok!
Bu makale Ribat Dergisi'nin Ocak 2014 için sayısı 9 Aralık 2013'de kaleme alınmıştır
Etiketler : fitne, komplo, teori