23 Nis
Yürüyebilseydi, bu kadar yakınıma gelebilir miydi? Tutsaydı ayakları, adım atabilseydi meselâ, gönlümüze bu kadar teklifsiz girebilir miydi? Kasları o amansız kıpırtısızlığa doğru eriyor olmasaydı, kaçıp gider miydi yoksa bizim gibi? Çağrıldığı yerden uzakta mı gecelerdi avuçları? Beklendiği köşelerden ıraklara mı düşerdi sesi, nefesi? Kalkabilseydi tekerlekli sandalyesinden, terk eder miydi tercihe en lâyık yerleri? Köşesinde oturuyor Fatma. Buruk bir şiir gibi. Epeydir eski kapakları arasında mahcup bekleyen sahaf kitabı gibi. Dağ başında bir koyakta unutulmuş bir göze sanki. Dupduru. Zayıf. Ama kaynıyor. Akışıyor. Yolunu ancak garip aşıkların bildiği bir dağ evi gibi. Sadece kuşların bildiği adresinde. Oturuyor. İnsan aklının varlık üzerindeki duruşunu temsil edercesine
Dini lüzumsuz bilgilere boğan, gereksiz ayrıntılarla bulandıran, kul ile Rabbi arasına çetrefilli cinnetler sokan, Kitabın duruluğunu tuhaf tekniklerle bulandırmaya yeltenen çok bilmişgillerin Fatmanın ümmiliğinden öğrenecekleri çok şey var
Utanmayı unutmamışlarsa, benim gibi yüzlerini yerde saklayacakları kesin. Çok şey bilmenin o metal kabını kırıp kalplerine azıcık nefes aldırabilirlerse, göz yaşlarının gecikmişliğine yanacakları kesin.
İstanbulu tarif ediyor Fatma
Bin bir zahmetle, sadece bir kerecik geldiği İstanbulun kalbine ilk görüşte giren o: Çok sıcaktı. Bir de nem vardı. Sanki terliyordu İstanbul. Tabii ya, içinde Eyyub Sultan yatınca, Fatihler yatınca, sen olsan sen de terlersin
Tarif edemediğim o ses o sabah çağırınca, Berat (Demirci) hocamın közlenmiş mantarlı kahvaltısını bile gözden çıkarıp köyüne kadar vardık. Annesi karşıladı k
apıda
Hiç şaşırmadı. Biliyordum sürpriz yapacağınızı. dedi. O köşede, kitapları yanı başında, mealiyle okuduğu Kurânı başucunda karşıladı bizi Fatma. Nasılsa bilemez de ben de araya nasihat sokuştururum diye sorduğum sorulara verdiği karşılıklar, benim ve dostlarımın dilini bir anda felç ediverdi. Sustuk ve ağladık sadece. Konuşmaya mecalim olduğunda, Fatihadan açtım bahsi: -Din ne demek Fatma? -Borç demek hocam. -Din günü peki? -Herkesin borçlu olduğu gün
Herkes borç içinde. Her an her şey her şeyden borç istiyor, borç alıyor. Herkes borçla var oluyor. Ödünç yaşıyor. -Öyleyse Mâlik ne demek söyleyebiliriz artık
-Kimseye borcu olmayan. Herkesin borç aldığı. Herkesin varlığını ödünç aldığı
Asıl Sahip. -Demek ki, kim kime ne veriyorsa hepsi Ondan alıp da veriyor.
Şu borç gününde hepimiz her teşekkürü Ona borçluyuz. Yani
Elhamdülillah
Bütün şarkıları yarım bırakıyor Fatmanın sesinde saklı o yumuşacık bilgelik. Sözlerin hemen hepsi kuru kalıyor içine doğru kanayarak büyüttüğü hikmet deryasının yanında. O da bildiğimiz gençlerden işte. Tek farkı, yürüyememesi. Sadece 22
yaşında. Onlu yaşlarından bu yana giderek gücünü kaybeden kaslarıyla fiziksel olarak hızla yaşlanmanın dramını yaşamış.
Önce ayak uçlarına basa basa da olsa yürümeler. Sonra dizlerinde zorlanmalar. Gençleştikçe ihtiyarlama. Çaresiz oturup kalma. Yaşı ilerledikçe aczin arttığı o ihtiyarlık günlerini gencecik yaşında tamamlamak nasıl bir duygu olsa gerek? Ayrılırken, tembihledim. Sana gelen herkese her gün sadece bir ayet bir de hadis anlatacaksın. İtiraz etmedi. Fırsat bulduğumda ben de alıyorum ayet ve hadis haberlerimi Fatmadan. En son Bugünkü ayetiniz Kevser Sûresinin hepsi olsun
dedi. Fizik Tedavi seansını bekliyordu. Araya tarif edemeyeceğim tatlılıktaki o gülüşünü kattıktan sonra ekledi: Benim Kevserim annem! Ya sizinki? Durdum sadece. Sustum. Göğsüme doğru iniveren soğuk hançeri bir yerinden yakalamaya çalıştım.
Nasıl gafletti bu? Onca yıl oku oku da, bir kere olsun Sana Kevseri verdik
diyen Rabbinin sözünü üzerine alınma
Neydi sahiden Kevserim benim? Neydi? Fatmanın ziyaretine birlikte gittiğimiz sevgili dostum Ahmet Bulut, Hilal TVdeki Namazla Diriliş programında yayına bağlayınca en sık gördüğü rüyayı anlattı Fatma. Program konuklarını da seyircileri de gözyaşlarına boğan rüyayı belki ben hiç göremeyeceğim: Namaz kılarken kıyama kalktığımı görüyorum hep. Uzun uzun kıyamda duruyorum. Namazı kıyamla kılınca kendini önce rükuda, sonra secdeye doğru küçülttükçe küçültüyorsun.. Öyle güzel oluyor ki
(O tatlı gülüşler giriyor araya yine.) Sanki Rabbim beni sevindirmek için rüyamda hep ayağa kaldırıyor
Söz verdim. Ben de kıyamlarımı uzun tutacağım
Hem sadece kalıbımı değil kalbimi kıyama kaldıracağım.
Etiketler : Buruk bir şiir, TVdeki Namazla Diriliş