Farelere Ders Olacak Bir Öykü!
Günlük e-postalarımı incelerken Sayın Yılmaz Dağdeviren’in bir iletisi dikkatimi çekti. İsmiyle zaten ilginç olan hikâyeyi gerçekten de bugüne dek duymamıştım. İngilizlerle ilgili ‘Köpeğe hardal yedirme’ ibretliğini bilirdim de buna ilk kez rastlamıştım.
Başlıkta ‘Eski gemiciler bilir’ ibaresi bulunan bu öyküde anlatılan taktik, tıpkı diğerindeki gibi, günümüz dünyasında yok edilmek istenen ülkelere karşı uygulanan politikalarla birebir örtüşüyordu. Üstelik İngiliz siyasetindeki kurnazlıkların da deşifresiydi. Bizzat işin içine bulaşmadan, istenmeyenlerden kurtulup hâkimiyeti ele geçirme formülünü en açık şekilde gösteren bu öykü, dikkatle okunmaya değer! Bu nedenle paylaşmak lüzumunu hissettim. Gaflet uykusundakileri uyandırmaya büyük katkısı olacak ‘kıssadan hisselik’ öykümüz şöyle:
Eskiden İngiliz gemicilerin, gemilerdeki fareleri yok etmek için uyguladıkları bir metot varmış. Bir tane fareyi canlı olarak yakalayıp boş bir tenekeye koyarlarmış. Burada bırakılan fareye günlerce yiyecek verilmezmiş.
Aradan zaman geçtikten sonra yakaladıkları küçük bir fareyi, günlerce tenekede aç bıraktıkları farenin yanına atarlarmış. Açlıktan gözü dönmüş halde tenekede hapsolan fare de hiç düşünmeden küçük fareyi yermiş. Gemiciler, her gün küçük bir fareyi yiyecek olarak tenekedekine atma işlemini, onu ‘yamyam fare’ haline getirene kadar sürdürürmüş. Bundan sonra sıra gelirmiş, kendi türünü yiyerek semiren ve güçlenen ‘yamyam fare’yi gemiye salıvermeye!
Artık o noktadan sonra gemicilerin payına, gemide serbest bıraktıkları ‘yamyam fare’nin yaptığı katliamı izlemek düşermiş. Diğer farelerin yanına rahatlıkla sokulan ‘yamyam fare’, düşman olarak algılanmadığı için zorluk çekmeden yakaladığı soydaşlarını afiyetle yermiş. Böylece, İngiliz gemiciler az bir zahmetle tüm gemiyi farelerden temizlemiş olurmuş.
Öykü bu kadar! Şimdi şöyle bir bakın dünyanın kargaşa yaşanan bölgelerine. Buralardaki ülkelerde en çok söz sahibi olan ‘gelişmiş’ devletleri de bir düşünün. ‘Demokrasi havarisi’ veya ‘müttefik’ etiketiyle karşımıza çıkanların, kıllarını kıpırdatmadan yarattıkları kaos ortamı ve aynı toprakların insanlarının birbirine karşı kıyımı, bu öyküdeki ‘fareyi fareye yedirtme’ taktiğine benzemiyor mu? ‘Üstünde güneşin batmadığı imparatorluk’ böbürlenmesiyle tarihe damga vurup, azgelişmiş ülke halklarını sömürenlerin bu heveslerini tatmin için seçtikleri sinsi yöntem, apaçık karşımızda durmakta.
‘Yem fare’ olmamak için bu öykünün beyinlere işlenmesi gerek! Yoksa siz hala ‘Ali Kaptan ne yapacak; Fatmagül’ün derdi kimi gerecek; Muhteşem Yüzyıl tarihi zedeler mi’ türünden sorulara mı takılı kaldınız? Öyleyse bir hafta boyunca gece gündüz, adaletin nasıl komediye çevrildiğini gösteren tecavüz davalarının sulandırılmış haberlerini izleyiniz. ‘Denizde kum’ kadar bir kesimi ilgilendiren ‘bedelli askerlik’ lastiğinin uzatılıp uzatılıp sunuluşuna tanıklık ediniz. Olmadı ‘Fareli köyün kavalcısı’nı dinleyiniz. Hayırlı kurbanlar…
Anibal Güleroğlu