Fakiri Çok Fakir, Zengini Çok Zengin Kent
Sahabe kabirlerinin sayısı bakımından Mekke ve Medine'den sonra beşinci sırada Diyarbekir şehri yer almaktayken, gel de sorma: Karpuz mu, ne alaka!Diyarbakır’da eski yerleşimler insanların uzak durduğu çekindiği yerler… Banliyö dediğimiz varlıklı halkın kendini rahat hissettiği ve fiyatları İstanbul’daki lüks konut fiyatlarıyla paralel olan evlerde, havuzlu lüks sitelerde 1500 lira gibi kiralara yaşayan steril bir kesim varken, varoşlarda yaşam mücadelesine tehlike sarmalı eşliğinde devam eden büyük bir kitle de mevcut.
Bu kadar zengin nasıl olunuyor, diyoruz. Öğreniyoruz ki toprak zengini insanlar. Feodal sistem kâğıt üzerinde işlevselliğini ne denli yitirse de bu topraklarda canlı kanlı karşınızda beliriyor. Devlet tarım destek fonundan buralara su gibi para akıtıyor ve ne yazık ki bu fonları kullanıp toprak ağaları bir tohum bile atmadan geniş arazilerinin diş buğdayı ile trilyonlara varan gelirleri ile zevk-ü sefa sürüyor. Bu yardımlar denetlenmeli, zengini beter zengin etmek için değil fakirlikten beli bükülen mazlum halka istihdam sunmak için değerlendirilmeli. Denetim yok bu topraklarda. Maddi, manevi, ideolojik, siyasi her cenahta her birey istediği gibi hareket etmekte. Burası apayrı kaotik bir toplum sanki.
Tehlike Çanları Çalmakta…
Meryem Ana Kilisesi’ne gidiyoruz. Mekân eski Diyarbakır’ın olduğu bölgede. Normal şartlar altında bir şehrin en eski bölgeleri turistin de öncelikli hedefi olduğundan en değerli ve tercih edilesi yeridir. Peşinen söyleyeyim, Diyarbakır için bu kaide geçerli değil. Kilise, cami, eski tevkif evi ve daha birçok tarihi binanın olduğu bölge oldukça tehlikeli. Sokak aralarında gezerken çantanızı yanınıza alamıyorsunuz. Çantasıyla gezen bir bayana rastlamadım gerçekten de. Bizi gezdiren Mehmet Bey uyarıyor. Fotoğraf çekerken öyle öne doğru uzatmayın cihazı. Kadrajı nasıl ayarlayacağım sorusu anlamını yitiriyor.
Meryem Ana Kilisesi
3. Yüzyıldan kalma kilisenin, Bizans devrinden kalma mihrabı, Roma biçimi kapısı ilginç. Kilisede bazı azizlerin türbesi bulunmakta. Şehrin en güzel Süryani Kadim Yakubi mezhebi kilisesi. Diğer bir kilisede Keldani Kilisesi. İçerde dikkatimi en fazla çeken çocuklara yönelik faaliyetlerin yürütülmesi... Bahçeye oturtulan çocuk parkı da onlara hitap edecek güzellikte. Hıristiyanlığı anlatan çeşit çeşit Türkçe ve Kürtçe kitapları, İncil’i, Hıristiyanlık hakkında yanlış bildiğiniz her ne varsa bu kitaplarda bulabilirsiniz diyerek hepsinden ücretsiz veriyorlar. Kilisenin karşısında yer alan faaliyetleri gerçekleştirdikleri binayı geziyoruz. Genç rahip vaaz vermekte... İçeri girip dinliyorum. Dinlerini nasıl anlattıklarını, neler söylediklerini dinliyorum. Öncelikle gencecik bir insanın anadili gibi Türkçe öğrenip, bizim bile tehlikeli diye gitmeye çekindiğimiz topraklara nasıl bir din algısı, azmi ve adanmışlığıyla geldiğine hayret ediyorum. Takdir ediyorum…
Rahibin Vaazı: Ne Olursan ol Yine gel!
Sonrasında vaazdan izlenimlerime gelince: Rabbe iman eksenli, kulluk bilinci harmanlı gel ne olursan ol yine gel özetinde suya sabuna dokunmadan, incitmeden kırmadan telkinler silsilesi. Bir an sanki bizim dini anlatıyor diyorum: “Sadece bir tek İlah var” diyor. “İnsanı işlediği günah cennetten kovdurdu. Günahlarımız yüzünden eza çekiyoruz” diyor. Sonrasında başlıyor İsa-Mesih muhabbetine. Ama genel olarak Hıristiyanlık iyiliği salık veren, öyle yormadan, sorumluluk dayamadan, günah çıkarma garantili, cennet sertifikalı bir din olarak lanse ediliyor. Siz hele bir ilk adımınızı atın, gerisi nasılsa gelir diyerek usul usul yaklaşılıyor.
Feodal Yapının Tezahürü Genç Nüfus!
Batılı bakış açısının ‘ben bu çocuğa ne verebilirim’ yaklaşımı feodal yapının süregeldiği şark medeniyetinde, ‘bu çocuk bana ne verebilir’e dönüyor. Doğudaki kalabalık ailelerin nedeni bu bakış açısı. Bizde gücü nitelik, burada nicelik belirliyor. Etraf 13- 17 yaş aralığında çocuklarla dolu. Sürekli bir şey talep etmekteler. Hepsi rızık peşinde... Sokak aralarında camları kırılmış ve çizilmiş çalıntı araçlar var…
Onlar Bizden Biz Onlarda Korkmaktayız, Ama Neden?
Avlulu bir eve dalıyor, resim çekmek istediğimi söylüyorum. Alt tarafı birkaç adım atacağım ve evlerin ortak alanı olan avlunun remini çekeceğim ama örtülü olmama, bayan olmama rağmen ev ahalisi bayanlar panikliyor. Birilerini çağırıyorlar, amacımı sorguluyorlar. Kürtçe konuşuyorlar onları anlamıyorum, onlar da beni. Bu insanların korkusu özetliyor durumu. Güven sorununu, toplumsal buhranı özetliyor. Bir yandan da şehrin diğer bölgelerinde çantanızla gezebiliyorsunuz, güzel apartmanlarda rahat bir hayat sürebiliyorsunuz. Onlar mütemadiyen bizi yanlış anlatmayın, Diyarbakır “o kadar da değil” diyor. Biz o kadarıyla ilgiliyiz. Senin derdinin olmayışı, dertlinin derdini yok mu saymakta? Dedim ya uçlarda bir yaşam var bu diyarda. Nemsiz havasından mütevellit gece gündüz sıcaklık farkı toplum yaşantısına da sirayet etmiş durumda.
Karpuz Ne Alaka!
Şehrin sembolü karpuz ama ne alaka! Nebiler, Sahabeler ve Evliyalar bilinçli veya bilinçsiz olarak görmezden gelinerek farklı ve maksatlı argümanlarla özelikle karpuz ile tanıtılması yaman bir çelişki, eksiklik yahut bal gibi kasıt var bu durumda. Böyle köklü bir şehre yapılan bu haksızlık değilse nedir? Kavşakların göbeğinde koca bir karpuz heykeli arz-ı endam eylemekte. Diyarbakır’ı karpuz mu simgelemektedir? Şehirde tebliğ ve irşad için kalan 541 sahabeden birçoğu Bin Bekir aşiretinden olduğu için halkın sahabeye gösterdiği büyük teveccühe binaen Amed, şehri Diyar’ı Bekir olarak isimlendirilmiş.
Fetih sırasında Peygamberimiz (S.A.V)’in dava arkadaşları olan 27 sahabe bir yerde, 13 sahabe ise şehrin farklı bir yerinde şehid olmuş, şehirde metfun olan 541 Sahabe dışında 6 peygamberin kabri, 3 peygamberin de makamının bulunduğu ifade edilmekte. Sahabe kabirlerinin sayısı bakımından Mekke ve Medine'den sonra beşinci sırada Diyarbekir şehri yer almaktayken, gel de sorma: Karpuz mu, ne alaka!!!