Ezan Okunduu!
Nerde o eski ramazanlar sözü adet haline geldi. Hâlbuki orucun şartlarında bir değişme yok. Eski ile şimdiki arasındaki fark, insanın sosyal yapısındaki değişiklik.
Bu söz daha çok yazılı basındaki eski İstanbul ramazanları için kullanılırdı. İnsanların ramazan ayında nasıl eğlendiklerini anlatır, ´direkler arası´ tabir edilen eğlence yerlerinden bahsedilirdi. Karagöz ve Hacivat oyunu, meddahlar, tuluat sanatçılarının gösterileri ve konserler... Kısaca ramazanların eğlence ağırlıklı yönlerini hatıra getirip, bir ´ahh!´ çekerlerdi. Özledikleri ramazanlardan çok farklı şeylerdi. Ayrıca eski denilen tarihte daha genç oldukları da akıllarına geldiğinden, ´hey gidi günler hey´ demeleri biraz da bundandı.
Zaman geçtikçe adetlerde değişti. Artık televizyonlar eğlence mekânları evlere getirdi. Din adamları cevaplamadıkları müşkül kalmadı(!) Rujun orucu bozup bozmamasından, hasta iken iğne vurdurulmasının ve diş çekimin caiz olup olmadığına kadar bütün meseleler sözde halloldu nevzuhur din görevlileri için. Hekimler orucun sağlık üzerindeki olumsuz(!) etkilerini ilmi yöntemlerle açıklarken oruca olan saygılarını da söylemeyi ihmal etmediler. Kısaca bilgilenme sahamız epeyce gelişti.
Ramazanın sonlarına doğru, zaman içinde tatil hükmüne döndürülmüş olan bayramın gelmesine sevindiler. Fitrelerin ne kadar verileceği hükme bağlanıp bir kedinin bir öğünde karnını doyuramayacak miktara indi. Sanki fazlasını vermek caiz değilmiş gibi…
Bir gün bir hocaya sormuşlar:
Günde kaç defa tesbih çekmeliyim?
Cevap:
Günahlarını da sayıyor musun?
Bizim çocukluk yıllarında köyde elektrik olmadığından camilerde de hoparlör yoktu. Müezzin efendi Bilal-i Habeşi hazretleri gibi yüksek bir yere çıkıp ezan okurdu. Namaz kılanlar ezan sesini duymasa dahi vakitlerini bildiklerinden günümüze oranla daha fazla kişi namaz kılardı. Ancak biz çocuklar akşam ezanın iftar vakti olduğunu bildiğimiz için mahalledeki bütün arkadaşlarımızı alıp akşama az bir vakit kala camiin yakınlarında bir yerde durur müezzinin “kendi sesiyle” okuduğu ezanı dinlemeye koyulurduk.
Hemen hemen her akşam aynı şeyler olurdu. Çünkü iftarın olmasıyla o gün oruçlu olan çocuk için ezan daha çok kıymet taşıyordu. Müezzinin “tabii” sesi bu günkü cihazın sesinden daha gürmüş gibi gelirdi bize. Nihayetinde istediğimiz yiyip içebilecektik artık. Ezan sesini duyunca hep birlikte evlere doğru koşar; ´Ezan okunduuu!´ diye naralar atardık. Koşarken ezanın sesi duyulacak mesafeyi geçsek dahi iftar etmenin keyfi fikriyatıyla sofra başına kadar ezanı duyar gibiydik. Maalesef bu gün bu zevkten mahrumuz. Minareden “cızırtı sesi” gelmeye başlayınca, birazdan müezzinin cami içinde kendine ayrılan mahfilden ezan okuyacağına zan ile hükmedip; vaktin girdiğine hükmederdik. Koşmaya lüzum kalmazdı yani. Veya sevinmek için koşmaya da lüzum yoktu.
Neyse…
Hey gidi eski ramazanlar hey!